28 Mayıs 2010 Cuma
Empati Sağlıklı Toplumun Anahtarıdır
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Koyuncu, sosyal yaşamda insanların birbirlerini daha iyi anlamalarının sağlıklı bir toplum oluşmasını sağlayacağını söyledi.
Ege Üniversitesi (EÜ) Diş Hekimliği Fakültesi'nde sosyal sorumluluk projeleri kapsamında öğrencilere ve öğretim görevlilerine yönelik "İletişim Becerileri" konulu konferans düzenlendi. EÜ Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Koyuncu'nun konferansında öne çıkan nokta aktif dinleme, farkındalığı artırmak ve empati oldu.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Koyuncu, Diş Hekimliği Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencilerine yönelik psikolojik çözümlemeler ve anlatımlarda bulunurken katılımcılara küçük bir test yaparak aktif dinleme konusunda bir örnek sundu. Salondaki dinleyicilerden, dik oturmalarını ve kendisi üç dediğinde el çırpmalarını isteyen Yrd. Doç. Dr. Koyuncu; iki dediği anda salondan alkış sesi yükselmesi üzerine bu küçük testte dahi aktif dinlemenin öneminin ortaya çıktığını söyledi.
Empati konusuna da değinen Yrd. Doç. Dr. Mehmet Koyuncu, sosyal yaşamda insanların birbirlerini daha iyi anlamalarının sağlıklı bir toplum oluşmasına katkıda bulunacağını söyledi. "İnsan ilişkilerinde en önemli şey empatidir. Bu insan ilişkilerinde başarıya giden anahtardır." diyen Koyuncu, bunu şöyle açıkladı: "Birisinin bizi dinlemesi, anlaması ve o anki duygularını paylaşması bizi rahatlatır."
Konferansın sonunda EÜ Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Alev Çınsar, bilgi ve birikimini katılımcılarla paylaştığı için Yrd. Doç. Dr. Mehmet Koyuncu'ya teşekkür belgesi sundu.
(CİHAN)
kaynak için*
27 Mayıs 2010 Perşembe
PARANOYA
Paranoya Nedir? .
Paranoya, geniş çapta çarpık bir düşünce, davranış ve faaliyetler bütünlüğü ile tanımlanan kronik bir durumdur. Belirtiler genellikle şizofreniyi andırır ve bazı araştırmalara göre iki hastalık arasında genetik bir bağ olma olasılığı vardır. Paranoyak kişiler, depresyon, madde bağımlılığı ve agorafobi riski altındadır.
Paranoyanın Belirtileri
Paranoyak bireyler genellikle şu durumları tecrübe ederler:
* Kronik ve yaygın bir güvensizlik ile diğerlerinden şüphelenme
* Başkalarının kendisine yalan söylediğini, aldattığını ya da kullanıldığını hissetme
* Arkadaşların, ailenin veya ilişki içerisinde olduğu kişinin güvenilmez ya da sadakatsiz olduğu düşüncesi
* Aldatıldığını düşünme anında ani parlama
Paranoya, geniş çapta çarpık bir düşünce, davranış ve faaliyetler bütünlüğü ile tanımlanan kronik bir durumdur. Belirtiler genellikle şizofreniyi andırır ve bazı araştırmalara göre iki hastalık arasında genetik bir bağ olma olasılığı vardır. Paranoyak kişiler, depresyon, madde bağımlılığı ve agorafobi riski altındadır.
Paranoyanın Belirtileri
Paranoyak bireyler genellikle şu durumları tecrübe ederler:
* Kronik ve yaygın bir güvensizlik ile diğerlerinden şüphelenme
* Başkalarının kendisine yalan söylediğini, aldattığını ya da kullanıldığını hissetme
* Arkadaşların, ailenin veya ilişki içerisinde olduğu kişinin güvenilmez ya da sadakatsiz olduğu düşüncesi
* Aldatıldığını düşünme anında ani parlama
Kabuslar .
Uzun bir uyku döneminde tekrar eden uyanmalar ya da şekerleme arasında gerçekleşen, genellikle hayati tehlike, güvenlik tehditleri içeren korkutucu rüyalardır ve sonucunda oluşan uyanmalar genellikle uykunun ikinci yarısında gerçekleşir.
Korkutucu rüyalardan uyanmanın ardından, kişi hızlı bir şekilde - uyku bozukluğu ve bazı epilepsi türlerinde görülen karışıklık ve odaklanamamanın aksine - odaklı ve tetikte bir hal alır ve kişisel zararların yanında, rüyalar veya uyanmayla sonuçlanan huzursuzluk; kilinik olarak stres, sosyal çevre ve diğer başka yerlerdeki uyumda önemli boyutta sorun yaratır.
Ayrıca kabuslar; hezeyanlar, postravmatik stres bozukluğu gibi özel bir sorun üzerine oluşmazlar ve direkt olarak uyuşturucu bağımlılığı ve ilaçlar gibi dış etkenlerden oluşan pskolojik etkilerden kaynaklı değildir.
Uzun bir uyku döneminde tekrar eden uyanmalar ya da şekerleme arasında gerçekleşen, genellikle hayati tehlike, güvenlik tehditleri içeren korkutucu rüyalardır ve sonucunda oluşan uyanmalar genellikle uykunun ikinci yarısında gerçekleşir.
Korkutucu rüyalardan uyanmanın ardından, kişi hızlı bir şekilde - uyku bozukluğu ve bazı epilepsi türlerinde görülen karışıklık ve odaklanamamanın aksine - odaklı ve tetikte bir hal alır ve kişisel zararların yanında, rüyalar veya uyanmayla sonuçlanan huzursuzluk; kilinik olarak stres, sosyal çevre ve diğer başka yerlerdeki uyumda önemli boyutta sorun yaratır.
Ayrıca kabuslar; hezeyanlar, postravmatik stres bozukluğu gibi özel bir sorun üzerine oluşmazlar ve direkt olarak uyuşturucu bağımlılığı ve ilaçlar gibi dış etkenlerden oluşan pskolojik etkilerden kaynaklı değildir.
26 Mayıs 2010 Çarşamba
25 Mayıs 2010 Salı
Narsisistik Kişilik Bozukluğu .
Derleyen : Kıvanç KAÇAKGİL . .Belirtileri ve Tedavisi
Narsisistik Kişilik Bozukluğu Nedir?
Narsisistik kişilik bozukluğu, ben merkezcilik, empati eksikliği ve abartılı bir kendini önemseme durumları ile tanımlanan yaygın bir rahatsızlıktır. Diğer kişilik bozuklukları gibi, bu rahatsızlık da sosyal yaşam, aile ve iş hayatları da dahil hayatın bir çok alanını olumsuz yönde etkileyen daimi ve baskın davranış biçimleri oluşturur.
Narsisistik kişilik bozukluğunun, borderline, histrionik, antisosyal kişilik bozuklukları gibi rahatsızlıklardan daha nadir görüldüğü düşünülmektedir. Narsisistik kişilik bozukluğunun kadınlardan çok erkeklerde görüldüğü istatistiklerle belirlenmiştir.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Belirtileri
Narsizm genellikle diğer kişilerden çok kendisi ile ilgilenen kişiler için kullanılan bir tanımdır. Ancak, narsist kişilik özellikleri olan insanlar ile narsist kişilik bozukluğu olan kişileri birbirinden ayırmak gerekir. Narsisistik kişiler genellikle kendini beğenmiş, kendine güvenen, ben merkezli kişiler olarak görünür; ancak bu kişilerde, Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerde görülen kendi yeteneklerini aşırı ve abartılı bir şekilde görme durumu gözlenmez.
Tanı ölçüleri başvuru kitabı DSM-VI’e göre rahatsızlığın belirtileri şunlardır:
* Abartılı bir kişisel başarı ve yetenek anlayışı
* Daimi ilgi, doğrulanma ve methedilme isteği
* Başarı ve güce ulaşma hakkında ısrarlı hayaller
* Kişisel edinim için diğer insanları kullanma
* Sıfatlandırılma ve özel muamele görme isteği
* Başkalarına karşı empati eksikliği
Resmi bir teşhis, yetkili bir akıl sağlığı profesyoneli tarafından, kişinin tanımlanan 9 belirtiden 5 tanesini taşıması halinde koyabilir. Tanının koyulabilmesi için ayrıca diğer kişilik bozukluklarının mevcudiyeti de göz önüne alınmalıdır.
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler genellikle kibirli, kendini beğenmiş, ben merkezli ve mağrur olarak tanımlanır. Kendilerini diğer insanlardan üstün gördüklerinden, başarılı bir hayat tarzını yansıtan unsurlara sahip oldukları konusunda ısrar ederler. Kendilerini bu kadar abartılı bir şekilde görmelerine rağmen, öz değerliliklerini korumak için daimi övgü ve ilgiye muhtaçtırlar. Bu yüzden bu kişiler eleştiriye karşı hassastır ve genellikle eleştiriye kişiliklerine bir saldırı olarak görürler.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Nedenleri
Kesin neden tam olarak bilinmemekle beraber, araştırmacılar bozukluğa neden olabilecek bazı faktörler saptamışlardır. Ebeveynlerin aşırı müsamaha ve övgüsü ile yanlış yetiştirme ve çocuğun davranışlarına gerçekçi tepkiler verilmemesi gibi çocukluk deneyimleri bu duruma neden olabilecek etkenlerdir.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Tedavisi
Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisinde kişisel psikoterapi, her ne kadar zor ve zaman alan bir süreç olsa da, etkili bir şekilde kullanılabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, bu rahatsızlığa sahip olan insanlar genelde bunun için bir tedaviye başvurma ihtiyacı duymazlar. Kişiler genellikle aile üyelerinin zorlaması ya da bozukluğun belirtilerinin tedavisi için terapiye başlarlar.
Kişilerin sorunu anlamamalarından dolayı terapi özellikle zor olabilir. Tedavideki bu zorluk, sağlık sigortasının depresyon ve gerginlik gibi kısa süreçte tedavi edilebilecek etkenlere yoğunlaşarak asıl bunların altında yatan problemi göz ardı etmesi ve maddi destek sağlamaması ile birleşerek daha büyük bir sorun oluşturabilir.
Kişinin yıkıcı düşünce ve davranış şekillerini değiştirmesinde bilişsel-davranışsal teknikler genellikle etkilidir. Tedavinin amacı sorunlu düşünceleri değiştirerek daha gerçekçi bir kişilik portresi ortaya koymaktır. Psikotropik ilaçlar uzun vadede etkili olmasa da, depresyon ve gerginlik gibi belirtileri tedavi etmede kullanılabilir.
Narsisistik Kişilik Bozukluğu Nedir?
Narsisistik kişilik bozukluğu, ben merkezcilik, empati eksikliği ve abartılı bir kendini önemseme durumları ile tanımlanan yaygın bir rahatsızlıktır. Diğer kişilik bozuklukları gibi, bu rahatsızlık da sosyal yaşam, aile ve iş hayatları da dahil hayatın bir çok alanını olumsuz yönde etkileyen daimi ve baskın davranış biçimleri oluşturur.
Narsisistik kişilik bozukluğunun, borderline, histrionik, antisosyal kişilik bozuklukları gibi rahatsızlıklardan daha nadir görüldüğü düşünülmektedir. Narsisistik kişilik bozukluğunun kadınlardan çok erkeklerde görüldüğü istatistiklerle belirlenmiştir.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Belirtileri
Narsizm genellikle diğer kişilerden çok kendisi ile ilgilenen kişiler için kullanılan bir tanımdır. Ancak, narsist kişilik özellikleri olan insanlar ile narsist kişilik bozukluğu olan kişileri birbirinden ayırmak gerekir. Narsisistik kişiler genellikle kendini beğenmiş, kendine güvenen, ben merkezli kişiler olarak görünür; ancak bu kişilerde, Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerde görülen kendi yeteneklerini aşırı ve abartılı bir şekilde görme durumu gözlenmez.
Tanı ölçüleri başvuru kitabı DSM-VI’e göre rahatsızlığın belirtileri şunlardır:
* Abartılı bir kişisel başarı ve yetenek anlayışı
* Daimi ilgi, doğrulanma ve methedilme isteği
* Başarı ve güce ulaşma hakkında ısrarlı hayaller
* Kişisel edinim için diğer insanları kullanma
* Sıfatlandırılma ve özel muamele görme isteği
* Başkalarına karşı empati eksikliği
Resmi bir teşhis, yetkili bir akıl sağlığı profesyoneli tarafından, kişinin tanımlanan 9 belirtiden 5 tanesini taşıması halinde koyabilir. Tanının koyulabilmesi için ayrıca diğer kişilik bozukluklarının mevcudiyeti de göz önüne alınmalıdır.
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler genellikle kibirli, kendini beğenmiş, ben merkezli ve mağrur olarak tanımlanır. Kendilerini diğer insanlardan üstün gördüklerinden, başarılı bir hayat tarzını yansıtan unsurlara sahip oldukları konusunda ısrar ederler. Kendilerini bu kadar abartılı bir şekilde görmelerine rağmen, öz değerliliklerini korumak için daimi övgü ve ilgiye muhtaçtırlar. Bu yüzden bu kişiler eleştiriye karşı hassastır ve genellikle eleştiriye kişiliklerine bir saldırı olarak görürler.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Nedenleri
Kesin neden tam olarak bilinmemekle beraber, araştırmacılar bozukluğa neden olabilecek bazı faktörler saptamışlardır. Ebeveynlerin aşırı müsamaha ve övgüsü ile yanlış yetiştirme ve çocuğun davranışlarına gerçekçi tepkiler verilmemesi gibi çocukluk deneyimleri bu duruma neden olabilecek etkenlerdir.
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Tedavisi
Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisinde kişisel psikoterapi, her ne kadar zor ve zaman alan bir süreç olsa da, etkili bir şekilde kullanılabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, bu rahatsızlığa sahip olan insanlar genelde bunun için bir tedaviye başvurma ihtiyacı duymazlar. Kişiler genellikle aile üyelerinin zorlaması ya da bozukluğun belirtilerinin tedavisi için terapiye başlarlar.
Kişilerin sorunu anlamamalarından dolayı terapi özellikle zor olabilir. Tedavideki bu zorluk, sağlık sigortasının depresyon ve gerginlik gibi kısa süreçte tedavi edilebilecek etkenlere yoğunlaşarak asıl bunların altında yatan problemi göz ardı etmesi ve maddi destek sağlamaması ile birleşerek daha büyük bir sorun oluşturabilir.
Kişinin yıkıcı düşünce ve davranış şekillerini değiştirmesinde bilişsel-davranışsal teknikler genellikle etkilidir. Tedavinin amacı sorunlu düşünceleri değiştirerek daha gerçekçi bir kişilik portresi ortaya koymaktır. Psikotropik ilaçlar uzun vadede etkili olmasa da, depresyon ve gerginlik gibi belirtileri tedavi etmede kullanılabilir.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu
Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu, geniş çapta çarpık bir düşünce, davranış ve faaliyetler bütünlüğü ile tanımlanan kronik bir durumdur. Bu rahatsızlıktan muzdarip insanların sinir bozuklukları ve strese bağlı hastalıkları yaşama riskinin daha yüksek olduğu düşünülmektedir.
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Belirtileri
Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan kişilerde genellikle şu belirtiler görülür:
* Ciddi oranda mükemmellik, kontrol ve düzen kaygısı
* Katı davranışlar, değişime karşı koyma ve esneklik eksikliği
* Genellikle güvenilir, katı, sert ve inatçı olarak tanımlanma
* Kontrol edilemeyen şartlar altında aciz hissetme
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Tedavisi
Kişilik bozukluklarının tedavisinde kullanılan pek çok yöntem vardır, ancak psikoterapi en çok önerilen yöntemdir. Hastanın terapi sürecine tam olarak katılımı ve belirtileri yatıştırmak için psikoterapi ile birlikte ilaç tedavisi de kullanılabilir. Kişilerin yeni başa çıkma yöntemleri, düşünce şekilleri ve sağlıklı davranışlar geliştirmeleri için davranış ve bilişsel terapiler yüksek oranda etkilidir.
Etiketler:
Kişilik Bozukluğu,
Obsesif Kompulsif
23 Mayıs 2010 Pazar
22 Mayıs 2010 Cumartesi
İkna Teknikleri
Günlük Hayatta İkna
Günlük hayatta her daim ikna ile karşı karşıya kalırız. Gıda üreticileri en yeni ürünlerini almamızı isterken, sinema sektörü de gişe rekorları kıran filmleri izlemeye teşvik eder. İkna hayatımızın kaçınılmaz bir parçası olduğundan, dış etkenler tarafından nasıl etkilendiğimizi bilmek de çok önemlidir. Etkilerinin çok güçlü olmasından dolayı, eski zamanlardan beri ikna teknikleri üzerinde çalışmalar yapılıyor. Fakat yirminci yüzyılın ilk yıllarından bu yana, sosyal psikologlar ikna yöntemleri üzerinde resmi bir şekilde çalışmaya başladılar. İknanın amacı, hedef kişiye veya hedef kitleye, ikna edici argümanları özümsetmeye ve bu yeni tutumu düşünce sistemlerinin bir parçası haline getirmeye ikna etmektir.
İkna Teknikleri
Aşağıda ikna etmenin sadece birkaç tane etkili yolundan bahsedilmiştir. Diğer teknikler ödüllerin ve cezaların kullanımını, olumlu ya da olumsuz bilirkişi görüşlerini gerektirebilir.
İhtiyaç Oluşturmak
Bu teknik, yeni bir ihtiyaç yaratmayı veya daha önceden var olan ihtiyaçlara dikkat çekmeyi gerektirir. Bu çeşit ikna kişinin, korunma, sevgi, özgüven ve kendini gerçekleştirme gibi temel ihtiyaçlarına hitap eder.
Sosyal İhtiyaçlara Hitap Etmek
Çok etkili olan bir diğer ikna türü de, popüler olma, prestij kazanma ya da başkalarına benzeme ihtiyacına hitap eder. Televizyon reklamları bu ikna yöntemi için pek çok örnekle doludur. Çünkü izleyici kitle, başkaları gibi ya da saygın konuma sahip ünlü biri gibi olmak için ürünleri satın almaya teşvik edilir. Amerikan halkının yılda ortalama 1500-2000 saat televizyon izlediği göz önünde bulundurulursa, televizyon reklamlarının çok güçlü bir ikna kaynağı olduğu söylenebilir.
Etkili Kelimeler ve İmgeler Kullanmak
İkna aynı zamanda etkili sözlerden ve imgelerden yararlanır. Reklamcılar pozitif kelimelerin gücünün farkındadırlar ve bu yüzden pek çok reklamcı “tamamen doğal” ve “yeni üretilmiş” gibi ifadelere başvururlar.
Yukarıdaki örnekler, sosyal psikologlar tarafından tanımlanan bir çok ikna tekniğinden yalnızca birkaç tanesidir. Günlük yaşantılarınıza baktığınızda, pek çok ikna yöntemiyle karşılaşacaksınız. Televizyon karşısına geçip yarım saat rastgele bir televizyon programı izlediğinizde, o kadar kısa bir zaman dilimine ne kadar çok ikna tekniği sığdırdıklarını görünce çok şaşıracaksınız.
kaynak için*
21 Mayıs 2010 Cuma
1 ile 2 Yaş Arası Bebeklerde Öğrenme ve Oynama
Çocuklar Ne Öğreniyor
Çocukların ilk adımları yavaş yavaş güvenli yürümeye dönüştükçe, çocuklar da bebeklikten çıkıp yürüyebilen çocuklara dönüşürler. Bu yaşlardaki çocuğunuz evi araştırmaya başladıkça, ev kazalarını engellemek için evinizi çocuğunuz için güvenli hale getirmeyi unutmayınız.
Dil
Bu yaştaki çocuklar dili anlama ve iletişim sağlama konusunda da büyük adımlar atarlar. 12 aylık olduklarında çoğu ilk sözlerini söylerler ve el işaretlerini kullanmaya ve eşyaları işaret etmeye başlarlar. Zamanla sözcük dağarcıkları bir kaç kelimeden 50 kelime veya daha fazlasına kadar artacaktır.
Çocuğunuz dili sizinle veya bakıcılarıyla kurduğu ilişki yoluyla öğrenecektir. Bir yaşını bitirdikten sonra ilk altı ay çocukların kelime dağarcıkları yavaş gelişir, ama ikinci altı ayda çok daha hızlı genişler ve kimisi basit iki kelimelik cümleler kurar. 2. yaşını bitirdiğinde, muhtemelen çocuğunuzun söylediği kelimelerin sayısını unutacaksınız.
Anlama da aynı zamanda gelişir-çoğu çocuklar söyleyebildiklerinden daha fazlasını anlarlar.
Oynama
El-göz koordinasyonu ve el becerisi de bu dönemde artac
aktır. Çocuklar parmakları ve elleri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olurlar ve oyuncakları ve etraflarını daha fazla araştırmaya başlarlar. Çocuğunuza bunu tetikleyen oyuncaklar veriniz, çünkü yaşa uygun öğretici oyuncaklar ve oyunlar çocuklara tatmin duygusu verir ve daha zor görevler üstlenmek için cesaretlendirir.
Çocukların oynama şekli de değişmektedir. Bebek iken çocuğunuz oyuncaklarıyla sallayarak, yere vurarak ya da atarak “oynar”. Yürümeye başlamış bir çocuk olarak, şimdi çocuğunuz nesnelerin işlevlerini daha iyi kavramaktadır, bu yüzden blokları yığmaya, oyuncak telefonlara konuşmaya ve oyuncak bir arabayı itmeye daha meyillidir. Ayrıca yol yapma düşüncesi de yavaş yavaş kendini belli eder. Çocuğunuz boş bir bardaktan su içebilir. Bir muzu telefon gibi kullanabilir, ya da bir bloğu araba gibi hayal edebilir.
Çocukların ilk adımları yavaş yavaş güvenli yürümeye dönüştükçe, çocuklar da bebeklikten çıkıp yürüyebilen çocuklara dönüşürler. Bu yaşlardaki çocuğunuz evi araştırmaya başladıkça, ev kazalarını engellemek için evinizi çocuğunuz için güvenli hale getirmeyi unutmayınız.
Dil
Bu yaştaki çocuklar dili anlama ve iletişim sağlama konusunda da büyük adımlar atarlar. 12 aylık olduklarında çoğu ilk sözlerini söylerler ve el işaretlerini kullanmaya ve eşyaları işaret etmeye başlarlar. Zamanla sözcük dağarcıkları bir kaç kelimeden 50 kelime veya daha fazlasına kadar artacaktır.
Çocuğunuz dili sizinle veya bakıcılarıyla kurduğu ilişki yoluyla öğrenecektir. Bir yaşını bitirdikten sonra ilk altı ay çocukların kelime dağarcıkları yavaş gelişir, ama ikinci altı ayda çok daha hızlı genişler ve kimisi basit iki kelimelik cümleler kurar. 2. yaşını bitirdiğinde, muhtemelen çocuğunuzun söylediği kelimelerin sayısını unutacaksınız.
Anlama da aynı zamanda gelişir-çoğu çocuklar söyleyebildiklerinden daha fazlasını anlarlar.
Oynama
El-göz koordinasyonu ve el becerisi de bu dönemde artac
aktır. Çocuklar parmakları ve elleri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olurlar ve oyuncakları ve etraflarını daha fazla araştırmaya başlarlar. Çocuğunuza bunu tetikleyen oyuncaklar veriniz, çünkü yaşa uygun öğretici oyuncaklar ve oyunlar çocuklara tatmin duygusu verir ve daha zor görevler üstlenmek için cesaretlendirir.
Çocukların oynama şekli de değişmektedir. Bebek iken çocuğunuz oyuncaklarıyla sallayarak, yere vurarak ya da atarak “oynar”. Yürümeye başlamış bir çocuk olarak, şimdi çocuğunuz nesnelerin işlevlerini daha iyi kavramaktadır, bu yüzden blokları yığmaya, oyuncak telefonlara konuşmaya ve oyuncak bir arabayı itmeye daha meyillidir. Ayrıca yol yapma düşüncesi de yavaş yavaş kendini belli eder. Çocuğunuz boş bir bardaktan su içebilir. Bir muzu telefon gibi kullanabilir, ya da bir bloğu araba gibi hayal edebilir.
20 Mayıs 2010 Perşembe
Düzenli Egzersizin Şizofreni Üzerine Etkisi .
Cuma, 14 Mayıs 2010 01:24 Derleyen : Şerife GÜLLÜCE . .Çok yoğun olmasa bile, her gün en az otuz dakika egzersiz yapmak birçok sağlık riskinin ve hastalıkların önüne geçebilir. Fakat kimileri şizofreni gibi ruhsal hastalıkları olan kişilerin düzenli egzersiz yapmalarına gerek olmadığını düşünüyorlar.
Cochrane Kütüphanesi’nde yayımlanan bir rapora göre, düzenli egzersiz şizofreni hastalarının ruhsal ve bedensel sağlığının gelişmesinde çok önemli bir rol oynuyor.
Araştırmacılar egzersizin şizofreni üzerinde etkisini konu alan en güncel çalışmaları sistematik bir şekilde yeniden incelediler ve mevcut egzersiz yönetmeliğinin şizofreni hastaları tarafından takip edilmesi gerektiğini vurguladılar.
Toronto Üniversitesi fizik tedavi bölümü öğretim üyesi baş araştırmacı Guy Faulkner “Mevcut egzersiz yönetmeliğinin şizofreni hastalarının ruh ve beden sağlığı üzerinde faydalı olduğu düşünülüyor.” Dedi.
“Haftanın birkaç gününde veya tüm hafta boyunca otuz dakika çok yoğun olmayan fiziksel aktivite ulaşılması zor bir hedef değildir. Yavaş yavaş bunu alışkanlık haline getirmeye çalışın.”
Şizofreni, her bin kişiden dördünde görülen ciddi bir ruh hastalığıdır. Egzersizin ruh sağlığını geliştirdiği uzun zamandır biliniyordu, fakat şimdiye kadar şizofreni üzerindeki etkilerine dair sınırlı sayıda kanıt vardı.
Yayımlanan bu yeni rapor, koşma ve yürüme gibi sporları içeren 12-16 hafta uygulanan egzersizin etkilerini yoganın etkileriyle kıyaslayan son zamanlarda yapılan küçük çaplı üç araştırma üzerine odaklandı.
Araştırmacılar egzersiz programlarının anksiyete ve depresyon gibi ruhsal rahatsızlıklar üzerinde de etkili olduğunu gösterdi. Beden sağlığı üzerinde önemli olmayan değişiklikler görüldü. Fakat araştırmacılar bunun öngörülen deneme süresinin kısa olmasından kaynaklanabileceğini ileri sürüyor.
Daha önce yayımlanan, fakat daha sistematik bir araştırma gerektiren iki rapor egzersiz terapisinin şizofreni üzerinde faydalı olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Yapılan bu detaylı inceleme, önceki çalışmalardaki sistematik boşluğu dolduruyor.
“Fakat şizofreni hastalarını düzenli bir egzersiz programına başlamasına teşvik etmek, şu andaki programları daha da geliştirmek ve ruh sağlığı enstitülerinde bu programı uygulamaya geçirmek için daha çok araştırmaya ihtiyacımız var.”
kaynak
Cochrane Kütüphanesi’nde yayımlanan bir rapora göre, düzenli egzersiz şizofreni hastalarının ruhsal ve bedensel sağlığının gelişmesinde çok önemli bir rol oynuyor.
Araştırmacılar egzersizin şizofreni üzerinde etkisini konu alan en güncel çalışmaları sistematik bir şekilde yeniden incelediler ve mevcut egzersiz yönetmeliğinin şizofreni hastaları tarafından takip edilmesi gerektiğini vurguladılar.
Toronto Üniversitesi fizik tedavi bölümü öğretim üyesi baş araştırmacı Guy Faulkner “Mevcut egzersiz yönetmeliğinin şizofreni hastalarının ruh ve beden sağlığı üzerinde faydalı olduğu düşünülüyor.” Dedi.
“Haftanın birkaç gününde veya tüm hafta boyunca otuz dakika çok yoğun olmayan fiziksel aktivite ulaşılması zor bir hedef değildir. Yavaş yavaş bunu alışkanlık haline getirmeye çalışın.”
Şizofreni, her bin kişiden dördünde görülen ciddi bir ruh hastalığıdır. Egzersizin ruh sağlığını geliştirdiği uzun zamandır biliniyordu, fakat şimdiye kadar şizofreni üzerindeki etkilerine dair sınırlı sayıda kanıt vardı.
Yayımlanan bu yeni rapor, koşma ve yürüme gibi sporları içeren 12-16 hafta uygulanan egzersizin etkilerini yoganın etkileriyle kıyaslayan son zamanlarda yapılan küçük çaplı üç araştırma üzerine odaklandı.
Araştırmacılar egzersiz programlarının anksiyete ve depresyon gibi ruhsal rahatsızlıklar üzerinde de etkili olduğunu gösterdi. Beden sağlığı üzerinde önemli olmayan değişiklikler görüldü. Fakat araştırmacılar bunun öngörülen deneme süresinin kısa olmasından kaynaklanabileceğini ileri sürüyor.
Daha önce yayımlanan, fakat daha sistematik bir araştırma gerektiren iki rapor egzersiz terapisinin şizofreni üzerinde faydalı olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Yapılan bu detaylı inceleme, önceki çalışmalardaki sistematik boşluğu dolduruyor.
“Fakat şizofreni hastalarını düzenli bir egzersiz programına başlamasına teşvik etmek, şu andaki programları daha da geliştirmek ve ruh sağlığı enstitülerinde bu programı uygulamaya geçirmek için daha çok araştırmaya ihtiyacımız var.”
kaynak
19 Mayıs 2010 Çarşamba
Renklerin sesi!
Işığın cisimlere çarptıktan sonra gözümüzde bıraktığı etkiye renk denir. Işık bir cisme çarptığında cisim ışığın içindeki 7 renkten birisini emer diğerlerini yansıtır. Biz cismi yansıttığı renkte görürüz.Bu yüzden siyah ve beyaz renk olarak kabul edilmez;siyah 7 rengin hepsini emer beyaz ise hepsini yansıtır. Renklerin koyuluk açıklıkları(Valör) da ışıkla ilgilidir. Bu 7 renk; Sarı,kırmızı ,turuncu,mavi,yeşil,mor,lacivert.
ANA RENK: Bu renklerden Mavi,Kırmızı,Sarı ana renktir.
Bu renkler karıştırılarak bulunmaz.Bu üç ana rengi değişik oranlarda birbirine karıştırarak doğadaki bir çok rengi bulabiliriz.
ARA RENKLER: Ana renkleri birbirine karıştırarak bulunan renklerdir.
Sarı-kırmızı=Turuncu , Sarı-Mavi=yeşil, mavi- kırmızı=mor.
Yalnız mor’u bulmak için mavi ve kırmızı eşit oranda karıştırılmalıdır.Kırmızısı çok olursa Erguvan, mavisi çok olursa Lacivert bulunur.
ZIT RENKLER (kontrast): Zıt renkler birbirlerini tamamlarlar yanyana kullanıldıklarında birbirlerini değerlendirerek resme canlılık katarlar.Bunun doğada da örnekleri çoktur.Yeşil yaprakların arasında kırmızı güller,yeşil ağaçlar arasında kırmızı çatılı bir ev,güneş batarken mavinin içinde turuncu güneş vs.Zıt renklerden birisi diğerine karıştırılırsa karıştığı rengin parlaklığını kırar.
KOMŞU RENKLER: 2 ana renk birbirine karıştırdığımızda çıkan renkle komşu olurlar.
Sarı-mavi-yeşil,
sarı-kırmızı-turuncu,
mavi-kırmızı-mor komşu renkler.
RENK ARMONİSİ(uyum): Renklerin değişik biçimlerde yanyana gelmesi değişik armoniler ortaya çıkarır.Bu düzenlemeler günlük yaşamımızda da karşımıza çıkar,evimizi boyarken, giyinirken,bir dekor hazırlarken.Üç çeşit renk uyumu vardır.
1-TON UYUMU: Tek rengin tonlarıyla yapılan uyumlardır.
2-YAKIN RENKLER UYUMU: Komşu renklerle yapılan uyumdur.
3-ZIT RENKLER UYUMU: Birbirine zıt renklerle kurulan uyum. Daha önce de değindiğim gibi resim çalışmalarnda daima benzerlikler,simetri bozulur. Burada da zıt renklerden birisi daha çok kullanılır..
SICAK VE SOĞUK RENKLER : Yapılan incelemeler sonucunda, bütün renkler üzerimizde bıraktıkları erki ve yarattıkları havaya göre başlıca iki grupta toplanırlar:
1. SICAK RENKLER: Sıcak renkler, bize ateşi ve sıcaklığı hatırlatan ve yansıtan renklerdir. Bunların başlıcaları; kırmızı, sarı ve turuncudur. Ayrıca bu renklerin değişik tonlarda karışımından meydana çıkan: Altın sarısı, kayısı ve bal rengi, şarap kırmızısı, pembe, vişne çürüğü, zeytin yeşili, kahverengi gibi renkler de “sıcak renkler” dendir.
Sıcak Renklerin Özellikleri
Sıcak renkler; aktif olup canlı, tahrik edici ve gösterişli bir özelliğe sahiptirler. Bir oda dekorasyonu na canlılık ve çeşni verirler. Bir yeri aslından daha küçük gösterirler. Sıcak renkler, soğukta ve serin yerlerde kullanılırsa sıcaklılık ve canlılık verirler. Fakat sıcak ortamda kullanılırsa, bunaltıcı ve rahatsız edici bir etki yaratırlar.
2. SOĞUK RENKLER: Soğuk renkler bize soğukluğu ve serinliği hatırlatan renklerdir. Mavi, mor ve mavi ile yeşil tonu taşıyan renkler üzerimizde bir serinlik ve sakinlik hissi yarattıklarından bunlara “Soğuk renkler” denilmektedir. Bu cümleden olmak üzere; gök mavisi, deniz mavisi, çivit mavisi, Türk mavisi, nefti menekşe rengi ve leylak rengini sayabiliriz.
Sıcak ve soğuk renklerin sınırı, yeşil ile kırmızı-mor renklerden geçmektedir. Burada yeşil renk, kritik yerdedir. Bunun için, yeşil renk; yerine göre sıcaklık veya soğukluk etkisi yaratır: Şayet yeşil renkte, sarı renk ahengi üstünse “sıcak” mavi renk etkisi üstünse “soğuk” renk grubuna dahil olur. Bunun için, mor ile kırmızı arasındaki renkler de aynı özelliği gösterirler. Beyaz renkte de soğuk renklerin karakteri olduğundan bu da aynı gruba dahil olmaktadır.
Soğuk Renklerin Özellikleri
Soğuk renkler, insanın üzerinde hoş serin, dinlendirici ve tazelik verici etkileriyle göze çarparlar. Dolayısıyla istirahat ve sakinlik ihtiyacımızı karşılarlar. Bu renkler; bir yeri aslından daha büyük gösterirler. Yazın sıcakta kullanılırsa serinlik ve rahatlık hissi verirler. Fakat soğukta kullanıldığında üşütücü ve soğuk bir hava yaratırlar.
Odalarımızın ve mobilyaların, kullanılış durumları ile özellikleri, mevsimler göz önünde bulundurularak; her iki grupta bulunan renkleri kullanmak en uygunu, en doğrusudur. Sıcak ve soğuk renkler bir arada kullanılmayıp, ayrı olarak düşünülecek ise birbirine yakın olarak bulundurulmalıdır.
ANA RENK: Bu renklerden Mavi,Kırmızı,Sarı ana renktir.
Bu renkler karıştırılarak bulunmaz.Bu üç ana rengi değişik oranlarda birbirine karıştırarak doğadaki bir çok rengi bulabiliriz.
ARA RENKLER: Ana renkleri birbirine karıştırarak bulunan renklerdir.
Sarı-kırmızı=Turuncu , Sarı-Mavi=yeşil, mavi- kırmızı=mor.
Yalnız mor’u bulmak için mavi ve kırmızı eşit oranda karıştırılmalıdır.Kırmızısı çok olursa Erguvan, mavisi çok olursa Lacivert bulunur.
ZIT RENKLER (kontrast): Zıt renkler birbirlerini tamamlarlar yanyana kullanıldıklarında birbirlerini değerlendirerek resme canlılık katarlar.Bunun doğada da örnekleri çoktur.Yeşil yaprakların arasında kırmızı güller,yeşil ağaçlar arasında kırmızı çatılı bir ev,güneş batarken mavinin içinde turuncu güneş vs.Zıt renklerden birisi diğerine karıştırılırsa karıştığı rengin parlaklığını kırar.
KOMŞU RENKLER: 2 ana renk birbirine karıştırdığımızda çıkan renkle komşu olurlar.
Sarı-mavi-yeşil,
sarı-kırmızı-turuncu,
mavi-kırmızı-mor komşu renkler.
RENK ARMONİSİ(uyum): Renklerin değişik biçimlerde yanyana gelmesi değişik armoniler ortaya çıkarır.Bu düzenlemeler günlük yaşamımızda da karşımıza çıkar,evimizi boyarken, giyinirken,bir dekor hazırlarken.Üç çeşit renk uyumu vardır.
1-TON UYUMU: Tek rengin tonlarıyla yapılan uyumlardır.
2-YAKIN RENKLER UYUMU: Komşu renklerle yapılan uyumdur.
3-ZIT RENKLER UYUMU: Birbirine zıt renklerle kurulan uyum. Daha önce de değindiğim gibi resim çalışmalarnda daima benzerlikler,simetri bozulur. Burada da zıt renklerden birisi daha çok kullanılır..
SICAK VE SOĞUK RENKLER : Yapılan incelemeler sonucunda, bütün renkler üzerimizde bıraktıkları erki ve yarattıkları havaya göre başlıca iki grupta toplanırlar:
1. SICAK RENKLER: Sıcak renkler, bize ateşi ve sıcaklığı hatırlatan ve yansıtan renklerdir. Bunların başlıcaları; kırmızı, sarı ve turuncudur. Ayrıca bu renklerin değişik tonlarda karışımından meydana çıkan: Altın sarısı, kayısı ve bal rengi, şarap kırmızısı, pembe, vişne çürüğü, zeytin yeşili, kahverengi gibi renkler de “sıcak renkler” dendir.
Sıcak Renklerin Özellikleri
Sıcak renkler; aktif olup canlı, tahrik edici ve gösterişli bir özelliğe sahiptirler. Bir oda dekorasyonu na canlılık ve çeşni verirler. Bir yeri aslından daha küçük gösterirler. Sıcak renkler, soğukta ve serin yerlerde kullanılırsa sıcaklılık ve canlılık verirler. Fakat sıcak ortamda kullanılırsa, bunaltıcı ve rahatsız edici bir etki yaratırlar.
2. SOĞUK RENKLER: Soğuk renkler bize soğukluğu ve serinliği hatırlatan renklerdir. Mavi, mor ve mavi ile yeşil tonu taşıyan renkler üzerimizde bir serinlik ve sakinlik hissi yarattıklarından bunlara “Soğuk renkler” denilmektedir. Bu cümleden olmak üzere; gök mavisi, deniz mavisi, çivit mavisi, Türk mavisi, nefti menekşe rengi ve leylak rengini sayabiliriz.
Sıcak ve soğuk renklerin sınırı, yeşil ile kırmızı-mor renklerden geçmektedir. Burada yeşil renk, kritik yerdedir. Bunun için, yeşil renk; yerine göre sıcaklık veya soğukluk etkisi yaratır: Şayet yeşil renkte, sarı renk ahengi üstünse “sıcak” mavi renk etkisi üstünse “soğuk” renk grubuna dahil olur. Bunun için, mor ile kırmızı arasındaki renkler de aynı özelliği gösterirler. Beyaz renkte de soğuk renklerin karakteri olduğundan bu da aynı gruba dahil olmaktadır.
Soğuk Renklerin Özellikleri
Soğuk renkler, insanın üzerinde hoş serin, dinlendirici ve tazelik verici etkileriyle göze çarparlar. Dolayısıyla istirahat ve sakinlik ihtiyacımızı karşılarlar. Bu renkler; bir yeri aslından daha büyük gösterirler. Yazın sıcakta kullanılırsa serinlik ve rahatlık hissi verirler. Fakat soğukta kullanıldığında üşütücü ve soğuk bir hava yaratırlar.
Odalarımızın ve mobilyaların, kullanılış durumları ile özellikleri, mevsimler göz önünde bulundurularak; her iki grupta bulunan renkleri kullanmak en uygunu, en doğrusudur. Sıcak ve soğuk renkler bir arada kullanılmayıp, ayrı olarak düşünülecek ise birbirine yakın olarak bulundurulmalıdır.
18 Mayıs 2010 Salı
Ivan P. PAVLOV'un Klasik Koşullanma Deneyi
Yiyeceklerin sindirilmesinde salyanın rolünü inceleyen Rus Fizyoloğu Pavlov
Tüketicilerin “Yeşil Ürünleri” Tercih Etmelerinin Sebebi Sosyal Statü Mü? .
Tüketicilerin “Yeşil Ürünleri” Tercih Etmelerinin Sebebi Sosyal Statü Mü? .
Perşembe, 13 Mayıs 2010 01:05 Derleyen : Psk. Pelin Kılıç . .Yapılan son araştırmalara göre, tüketiciler “yeşil ürünler” kullanmanın kendilerini kazandırdığı sosyal statü için, satın aldıkları ürünlerin kalitesi veya performansından ödün vererek, “yeşil ürünlere” yönelebiliyorlar. İnsanlar daha ucuza alışveriş yapabilecekken hibrid arabalar almayı, doğaya zarar vermeyen temizlik ürünleri kullanmayı ve enerji tasarrufu yapan teknolojik aletler kullanmayı tercih ediyorlar. Bu, çevreyi korumak için gerçekten çok iyi bir gelişme olsa da, insanların çoğu bunu çevreden çok sosyal statülerini önemsedikleri için yapıyorlar.
Rotterdam Üniversitesi’nden ve araştırmacılardan biri olan Bram Van den Bergh, “Hummer gibi lüks ama çevre düşmanı bir araba kullanmak, kişinin zenginliğini gösteriyor olsa da, onun bencil ve çevresine duyarsız bir insan olarak görünmesine de sebep oluyor. Prius gibi hibrid bir araba kullanmak ise, sadece kişinin zenginliğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda onun çevresine ne kadar duyarlı olduğunu da gösteriyor” diyor.
Perşembe, 13 Mayıs 2010 01:05 Derleyen : Psk. Pelin Kılıç . .Yapılan son araştırmalara göre, tüketiciler “yeşil ürünler” kullanmanın kendilerini kazandırdığı sosyal statü için, satın aldıkları ürünlerin kalitesi veya performansından ödün vererek, “yeşil ürünlere” yönelebiliyorlar. İnsanlar daha ucuza alışveriş yapabilecekken hibrid arabalar almayı, doğaya zarar vermeyen temizlik ürünleri kullanmayı ve enerji tasarrufu yapan teknolojik aletler kullanmayı tercih ediyorlar. Bu, çevreyi korumak için gerçekten çok iyi bir gelişme olsa da, insanların çoğu bunu çevreden çok sosyal statülerini önemsedikleri için yapıyorlar.
Rotterdam Üniversitesi’nden ve araştırmacılardan biri olan Bram Van den Bergh, “Hummer gibi lüks ama çevre düşmanı bir araba kullanmak, kişinin zenginliğini gösteriyor olsa da, onun bencil ve çevresine duyarsız bir insan olarak görünmesine de sebep oluyor. Prius gibi hibrid bir araba kullanmak ise, sadece kişinin zenginliğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda onun çevresine ne kadar duyarlı olduğunu da gösteriyor” diyor.
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Okullardaki rehberlik servisleri ve önemi
Son zamanlarda okullarda ve pansiyonlarda yaşanan olumsuz hadiseler, dikkatleri bu kurumlara çevirdi. Bu kurumların içinde yer alan rehberlik servisleri de ayrı bir öneme sahip olduğu Siirt’te ki meslektaşımız rehber öğretmeni vasıtasıyla tekrar hatırlatıldı.
Okullarda bulunan rehberlik servisleri, aslında okulların lokomotifi durumunda olmalıdır. Rehber Öğretmenleriler gerek Aile, gerek okul personeli, gerekse öğrenciler arasında bir köprü görevini görür.
Okul idaresinin rehberlik anlayışı ve rehberlik servisine katkıları, okullarda mevcut her türlü sıkıntıları, açmazları ve çıkmazları minimize eder.
Okullarda bulunan rehberlik servisleri, aslında okulların lokomotifi durumunda olmalıdır. Rehber Öğretmenleriler gerek Aile, gerek okul personeli, gerekse öğrenciler arasında bir köprü görevini görür.
Okul idaresinin rehberlik anlayışı ve rehberlik servisine katkıları, okullarda mevcut her türlü sıkıntıları, açmazları ve çıkmazları minimize eder.
Etiketler:
rehberlik servisleri,
SİİRT'TEKİ OLAY
16 Mayıs 2010 Pazar
Seneye Okul Kıyafeti Serbest Olacak
Seneye okul kıyafetleri serbest. İşte yeni öğretim yılında okullarda geçerli olacak kıyafet kuralları
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) öğretmen, öğrenci ve veliler arasında yaptığı “Okul kıyafetleri serbest olsun mu?” anketine göre “Önlük kalksın, serbest kıyafet gelsin” diyenlerin sayısı “Önlük uygulaması devam etsin” diyenlerin önüne geçti.
Gelecek öğretim yılından itibaren öğrenciler okula mavi önlük ya da okulların belirlediği formaları giymeden gidecek. İşte yeni öğretim yılında okullarda geçerli olacak kıyafet:
-Kışın pamuklu yazın keten pantolon giyilecek.
-Kota izin yok.
-Şort ve askılı giymek yasak.
-Kızlarda etek giyme. zorunluluğu yok. Etek boyu dizin hemen altında olacak.
-Erkek öğrenciler kışın renk şartı olmaksızın gömlek ve ceket giyecek yazın tişört serbest.
-Erkek öğrencilerde tek renk kravat zorunluluğu kaldırıldı.
-Kıyafetler dini, etnik, ideolojik sembol ve renkleri taşımayacak.
-Başörtüsü, türbana izin yok.
-Sandalet ve terlik gibi ayağı açıkta bırakan ayakkabılar giyilemeyecek.
‘SİYAH’ YASADAN DA ÇIKACAK
MEB, “Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik”te de değişiklik yapmaya hazırlanıyor. Yasada hâlâ ilköğretim ve or ta öğ re - tim okullarında okuyan çocukların “siyah” önlük giymesine yönelik kural var. MEB’in daha önce düzenlediği çalıştayda kıyafetlere serbestlik getirilmesi önerisi yer almıştı.
egitimekrani.com
15 Mayıs 2010 Cumartesi
Yüz İfadeleri Duyguları Yansıtıyor
Yüzümüzün mutlu ya da üzgün görünmesi karşımızdaki insanlara ne düşündüğümüzü ve ne hissettiğimizi bildirir. Yapılan yeni bir araştırma yüz ifadelerinin aynı zamanda yazı dilini anlamakta kullanıldığını gösterdi.
Araştırmacılar yüz ifadelerinin bilhassa duygularla ilgili yazılı bir metnin dilini de anlama becerisini etkilediğine inanıyorlar.
Araştırma 40 katılımcı üzerinde botoks uygulanarak yapıldı. Bu uygulama alında kaş çatmayı sağlayan kasları etkisiz hale getirmek için kullanıldı.
Araştırmacı David Havas yüz ifadelerinin duygu ve düşüncelerle olan ilişkisinin yüzyıldan daha uzun bir süredir bilim adamlarının merak konusu olduğuna dikkat çekti.
Şimdiye kadar bilim adamları vücudu hareket ettirme yetisini engellemenin duygularda ve kavrayışta değişikliğe neden olduğunu söylüyorlardı. Fakat üzerinde mütabık kalınan sonuçlara henüz ulaşılamamıştı.
Bu nedenle Havas kaş çatmaya yarayan kasları uyuşturulmuş insanların duygusal tepkileri üzerinde çalıştı.
Kaş çatmayı engellemenin duygularla ilgili bir yazının anlaşılmasını nasıl etkilediğini test etmek için, Havas botoks uygulamasından önce ve uygulamadan iki hafta sonra katılımcılardan birtakım yazılı ifadeler okumasını istedi.
“Israrcı tele pazarlamacı yemeğinize devam etmenize izin vermeyecek”, “Doğum gününüzde gelen kutunuzda hiç mail göremediniz” ve “Su parkı sıcak bir yaz gününde ne kadar rahatlatıcı olur.” Şeklinde sinir, üzüntü ve sevinç uyandıran ifadeler vardı.
Havas, katılımcının okumayı bitirdiklerini gösteren butona ne kadar hızlı bastıklarına bakarak, bu cümleleri anlama yetilerini ölçtü.
Sonuçlar mutluluk hissi yaratan cümleleri anlamak için gerek duyulan zamanda hiçbir değişiklik göstermedi. Fakat botoks uygulamasından sonra katılımcıların üzüntü ve sinir uyandıran cümleleri anlaması daha uzun zaman aldı. Havas zaman farkının az olsa da önemli olduğuna dikkat çekti.
Bunun yanı sıra, okuma süresindeki değişikliklerin katılımcıların ruh halinden kaynaklanmadığı bildirildi.
Temel olarak, gülerken bütün dünyanın bizimle birlikte güldüğünü düşündüğümüzü ileri süren “facial feedback” tezinin aksine, bu çalışma kaşlarınızı çatmadığınız zaman çevremizdekileri daha az sinirli ve üzgün gördüğümüzü ortaya çıkardı.
Çalışma duyguların ifadesini dili anlama yetisiyle bağdaştırarak şu ana kadarki söylemleri yıktı. Normalde beyin kaş çatmak için periferiye sinyaller gönderir ve kaş çatılması beyne geri dönüt yapar. Fakat burada bağlam yeri devreden çıkarılmış ve duygunun yoğunluğu dile döküldüğünde onu anlama yetimiz engellenmiştir. Karşılıklı konuşmada insanlar birbirlerinin kavrayışı ve niyeti hakkında ipuçları yakalayabilirler. Eğer bir insan size üzücü bir olayı anlatırken, tepki vermiyorsanız, muhtemelen konuyu anlamadığınızı düşünecektir. Çevrenizdeki üzücü ve sinir bozucu şeyleri anlamamanız, sizin açınızdan iyidir, mutluluğunuza gölge düşürmez.
devamı için*
Araştırmacılar yüz ifadelerinin bilhassa duygularla ilgili yazılı bir metnin dilini de anlama becerisini etkilediğine inanıyorlar.
Araştırma 40 katılımcı üzerinde botoks uygulanarak yapıldı. Bu uygulama alında kaş çatmayı sağlayan kasları etkisiz hale getirmek için kullanıldı.
Araştırmacı David Havas yüz ifadelerinin duygu ve düşüncelerle olan ilişkisinin yüzyıldan daha uzun bir süredir bilim adamlarının merak konusu olduğuna dikkat çekti.
Şimdiye kadar bilim adamları vücudu hareket ettirme yetisini engellemenin duygularda ve kavrayışta değişikliğe neden olduğunu söylüyorlardı. Fakat üzerinde mütabık kalınan sonuçlara henüz ulaşılamamıştı.
Bu nedenle Havas kaş çatmaya yarayan kasları uyuşturulmuş insanların duygusal tepkileri üzerinde çalıştı.
Kaş çatmayı engellemenin duygularla ilgili bir yazının anlaşılmasını nasıl etkilediğini test etmek için, Havas botoks uygulamasından önce ve uygulamadan iki hafta sonra katılımcılardan birtakım yazılı ifadeler okumasını istedi.
“Israrcı tele pazarlamacı yemeğinize devam etmenize izin vermeyecek”, “Doğum gününüzde gelen kutunuzda hiç mail göremediniz” ve “Su parkı sıcak bir yaz gününde ne kadar rahatlatıcı olur.” Şeklinde sinir, üzüntü ve sevinç uyandıran ifadeler vardı.
Havas, katılımcının okumayı bitirdiklerini gösteren butona ne kadar hızlı bastıklarına bakarak, bu cümleleri anlama yetilerini ölçtü.
Sonuçlar mutluluk hissi yaratan cümleleri anlamak için gerek duyulan zamanda hiçbir değişiklik göstermedi. Fakat botoks uygulamasından sonra katılımcıların üzüntü ve sinir uyandıran cümleleri anlaması daha uzun zaman aldı. Havas zaman farkının az olsa da önemli olduğuna dikkat çekti.
Bunun yanı sıra, okuma süresindeki değişikliklerin katılımcıların ruh halinden kaynaklanmadığı bildirildi.
Temel olarak, gülerken bütün dünyanın bizimle birlikte güldüğünü düşündüğümüzü ileri süren “facial feedback” tezinin aksine, bu çalışma kaşlarınızı çatmadığınız zaman çevremizdekileri daha az sinirli ve üzgün gördüğümüzü ortaya çıkardı.
Çalışma duyguların ifadesini dili anlama yetisiyle bağdaştırarak şu ana kadarki söylemleri yıktı. Normalde beyin kaş çatmak için periferiye sinyaller gönderir ve kaş çatılması beyne geri dönüt yapar. Fakat burada bağlam yeri devreden çıkarılmış ve duygunun yoğunluğu dile döküldüğünde onu anlama yetimiz engellenmiştir. Karşılıklı konuşmada insanlar birbirlerinin kavrayışı ve niyeti hakkında ipuçları yakalayabilirler. Eğer bir insan size üzücü bir olayı anlatırken, tepki vermiyorsanız, muhtemelen konuyu anlamadığınızı düşünecektir. Çevrenizdeki üzücü ve sinir bozucu şeyleri anlamamanız, sizin açınızdan iyidir, mutluluğunuza gölge düşürmez.
devamı için*
14 Mayıs 2010 Cuma
Psikolojik danışmanlar sahip olması gereken nitelikler
Psikolojik danışmanlar sahip olması gereken nitelikleri üç boyutlu olarak değerlendirebiliriz. Bunlar; mesleki bilgiler, psikolojik danışma becerileri ve psikolojik danışmanın kişilik özellikleridir. Mesleki bilgi ve danışma becerileri üniversitede verilebilirken, üçüncü boyut olan psikolojik danışmanın kişilik özelliği daha çok yaşadığı çevrenin etkisiyle şekillenir. Bu nedenle bir çoğumuz psikolojik danışman olarak mesleki bilgi ve psikolojik danışma becerilerine sahip olurken, sahip olunması gereken kişilik özelliklerinden çok farklı olabilmekteyiz.
Psikolojik danışmanın meslek yaşamında oluşan bazı sorunlar bu kişilik özelliklerine sahip olunmadığından kaynaklanabilir. Örneğin bir psikolojik danışman gerçekleştirmek istediği amaçlarında sabırlı olamıyorsa, kararlı değil ise, tükenmişliğini onaramıyorsa problem yaşaması kaçınılmazdır.
Bana göre bir psikolojik danışmanın niteliği
13 Mayıs 2010 Perşembe
Kitap Okumanın Ödülü
Kitap Okumanın Ödülü; “Safranbolu-Kastamonu-Amasra Kültür Gezisi”
Zeytinburnu Belediyesi Bilgi Evleri tarafından gerçekleştirilen 6. Geleneksel Kitap Okuma Yarışması sonucunda, ilk üç dereceyi alan bilgi evleri üyeleri, ödül olarak kazandıkları “Safranbolu-Kastamonu-Amasra Kültür Gezisi”nde, tarih ve kültür dolu bir hafta sonu geçirdiler.
30 Nisan – 2 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen Kültür Gezisi’ne, dört farklı grupta ilk üç dereceyi alma başarısı gösteren üyeler, ailelerinden iki kişi ile birlikte katıldı. Toplamda 39 kişinin katıldığı gezide üyeler, aileleriyle birlikte, tatil tadında bir kültür gezisi yapmış olmanın keyfini yaşadılar.
30 Nisan Cuma sabahı yola çıkan grup sırasıyla, Safranbolu, Kastamonu ve Amasra’yı doyasıya gezdikten sonra 2 Mayıs Pazar akşamı İstanbul’a geri döndü. Konaklama, yemek ve gezi yerleri ücretleri olmak üzere tüm masrafların Zeytinburnu Belediyesi tarafından
12 Mayıs 2010 Çarşamba
Kontrolsüz ilaç kullanmayın
Kontrolsüz ilaç kullanmayın
Vücudun yaşlanması, yani başka bir deyişle 'eskimesi', aldığımız gıdalara ve ilaçlara bağlı.
Her gün televizyonlarda veya yazılı basında şunu yiyin, bunu yemeyin diye birçok yazı ve haber çıkmaktadır. Hangisi doğru, hangisi yanlış, bunu üzülerek söyleyeyim, sorgulamaktan aciz hale düşüyorsunuz. Sorumlu veya sorumsuz insanlar bunları sunmakta ve dayatmakta. Siz de bu bilgi kirliliği içinde tercih yapmak durumundasınız.
Bir gün iyi ve doğru denen şeye ertesi gün kötü ve yanlış diyenler çıkıyor
Son günlerde kullanılan bir deyim var. 'Önce söze bakacaksınız doğru mu diye, sonra söyleyene bakacaksınız adam mı diye?' Çocukluk ve gençliğinizde şayet kronik bir hastalığınız yoksa zaman içinde bir takım hastalıklarla tanışıyorsunuz. Bir de gereksiz yere kullanılan ilaçlarla. Her sağlık sorununuzu da bu ilaçlardan biriyle çözmeye çalışıyorsunuz. İşte vücudunuzun eskimesi de burada başlıyor. Gereksiz yere kullanılan ilaçlarla ve alınan gıdalarla. Bir ailenin genetiğinde hipertansiyon, kalp hastalığı ve şeker hastalığı varsa bu ailenin bireylerinin özellikle kilo sorununa dikkat etmeleri gerekir. Dolayısıyla aldıkları gıdalara ve ilaçlara da.
Hastalıkların davetiyesi stres matbaasında basılır
İnsan vücudunun milatları vardır. 30 yaşların üstündeyseniz, genetik hastalıkla
11 Mayıs 2010 Salı
Depresyona elektrik tedavisi
Depresyona elektrik tedavisi
Beynin belli bir bölgesine belirli bir süre uygulanacak olan elektrik akımının depresyonu tedavi edebileceği bildirildi.
Beynin belli bir bölgesine belirli bir süre uygulanacak olan elektrik akımının depresyonu tedavi edebileceği bildirildi.
Archives of General Psychiatry adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, beynin belli bir bölgesine elektrik akımı uygulamayı öngören Transkraniyal Manyetik Stimülasyon (TMS) adlı yöntem, depresyona karşı kullandığı ilaçtan sonuç alamayan insanlara önerilebilecek.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPoCuVeo6QhdcwBhZFwnKv8cAY1GPsklSnW-OiTyNl0yiK-IsEmYFFYM3MVjKZgN8fxUfPvrYtqFmPEVmm2OxDTEfjJ-_mDyfdgxCXUXTPzKzfDuhnjXFUmqV8O83DOU4WCGU1HLihR4Y/s320/248_brain_d.jpg)
Beynin belli bir bölgesine belirli bir süre uygulanacak olan elektrik akımının depresyonu tedavi edebileceği bildirildi.
Archives of General Psychiatry adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, beynin belli bir bölgesine elektrik akımı uygulamayı öngören Transkraniyal Manyetik Stimülasyon (TMS) adlı yöntem, depresyona karşı kullandığı ilaçtan sonuç alamayan insanlara önerilebilecek.
Etiketler:
Depresyon,
elektrik tedavisi,
Transkraniyal Manyetik Stimülasyon
10 Mayıs 2010 Pazartesi
Yanlış alan seçimi sorunu
Liselerde alan seçimi çalışmalarına başladık. Mesleğe yeni başlayan lise rehber öğretmeni meslektaşlarıma bu çalışmaları kısaca özetlemek istiyorum. Sonrasında da yanlış alan seçimi ve sonraki yıllarda karşılaştığımız sorunlarla ilgili bilgiler vereceğim.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz8wrSgyam5g5T6C8tUE6M77RVm7OhPPelR-mPEj_oDpPCRW9rAoEeFPx-h85URzTCIj3uotPWKPQPClBo22wqZA1096XzSGnB6Av31SAcJyCHf4EitRL5xyU7bRbzdAgPiXJq36gUYVQ/s320/njjjj.jpg)
2.Sonraki basamakta öğrencilerin ders başarılarının incelenmesi gerekmektedir. Özellikle seçmeyi düşündükleri alana kaynaklık eden derslerin başarılarının takip edilmesi önem taşır.
9 Mayıs 2010 Pazar
Düz liseler Anadolu Lisesi oluyor !!!!!
08 Mayıs 2010 Cumartesi
Düz liseler Anadolu Lisesi oluyor
Milli Eğitim Bakanlığı’nca 81 ile gönderilen genelgeye göre, tüm düz liseler Anadolu Lisesi’ne dönüştürülecek.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun talimatıyla 81 il valiliğine gönderilen genelgeyle, tüm düz liseler Anadolu Lisesi’ne dönüştürülüyor.
KALİTE VE VERİMLİLİK İÇİN
Bakan Çubukçu, “Kalite ve verimliliğin artırılması amacıyla” genel liselerin de gerekli alt yapı ve öğretmen ihtiyacıyla ilgili tedbirlerin alınması suretiyle, kademeli bir şekilde Anadolu Lisesi statüsüne kavuşturulması yönünde çalışma başlattı. 81 il valiliğine gönderilen “Genel liselerin Anadolu Lisesi’ne dönüştürülmesi” konulu genelgede Çubukçu, şunlara dikkat çekti:
“Ortaöğretimde yüzde 47.2, mesleki ve teknik ortaöğretimde yüzde 52.8 olmak üzere ortaöğretim kademesinde yüzde 100 okullaşma oranına erişimin hedeflendiği dikkate alındığında; okullaşmanın ortaöğretimde yüzde 1.84, mesleki ve teknik ortaöğretimde yüzde 21.54, ortaöğretim toplamında ise yüzde 23.38 oranında 2012 yılına kadar arttırılması gerekmektedir.”
NÜFUSA GÖRE OKUL SAYISI
Çubukçu’nun tespitleri ve öngörüleri şöyle devam ediyor: “Anadolu Lisesi’ne dönüştürülen okullar dışında kalan genel liselerin binalarıyla her türlü müştemilatı valiliklerce uygun görülen mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarının hizmetine sunulacak.
Merkez nüfusu 10 bin ile 20 bin arasında olan yerleşim biriminde 1 Anadolu Lisesi, 20 bin ile 40 bin arasında olan yerleşim birimlerinde 2 Anadolu Lisesi, 40 bin üzerinde olan yerleşim birimlerinde öğrenci potansiyeli ve gelişmişlik düzeyi dikkate alınarak uygun sayıda Anadolu Lisesi olacak şekilde planlanacak, diğer genel lise binaları ile mesleki eğitim desteklenecektir.”
Çubukçu imzalı genelgeye valilikler 17 mayıs tarihine kadar illerindeki duruma ilişkin bilgilendirmede bulunacak.
(Haberturk)
Düz liseler Anadolu Lisesi oluyor
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCfDVpAlVi_wl9L_d-tIe-q-UVj1TqAcM5KcTsevhd5XBLl4piPs1ps9lJI4VxSFRw6K-qMf_tzJcf3uoaMujV3SnuMShl6WbltwACx3AaupmWFYsAH1TUCVzoQUQUSrjVAG5_7P5lYlw/s200/ccc.bmp)
Bakan Çubukçu, “kalite ve verimliliğin artırılması amacıyla” böyle bir uygulamaya gidileceğini belirtti
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun talimatıyla 81 il valiliğine gönderilen genelgeyle, tüm düz liseler Anadolu Lisesi’ne dönüştürülüyor.
KALİTE VE VERİMLİLİK İÇİN
Bakan Çubukçu, “Kalite ve verimliliğin artırılması amacıyla” genel liselerin de gerekli alt yapı ve öğretmen ihtiyacıyla ilgili tedbirlerin alınması suretiyle, kademeli bir şekilde Anadolu Lisesi statüsüne kavuşturulması yönünde çalışma başlattı. 81 il valiliğine gönderilen “Genel liselerin Anadolu Lisesi’ne dönüştürülmesi” konulu genelgede Çubukçu, şunlara dikkat çekti:
“Ortaöğretimde yüzde 47.2, mesleki ve teknik ortaöğretimde yüzde 52.8 olmak üzere ortaöğretim kademesinde yüzde 100 okullaşma oranına erişimin hedeflendiği dikkate alındığında; okullaşmanın ortaöğretimde yüzde 1.84, mesleki ve teknik ortaöğretimde yüzde 21.54, ortaöğretim toplamında ise yüzde 23.38 oranında 2012 yılına kadar arttırılması gerekmektedir.”
NÜFUSA GÖRE OKUL SAYISI
Çubukçu’nun tespitleri ve öngörüleri şöyle devam ediyor: “Anadolu Lisesi’ne dönüştürülen okullar dışında kalan genel liselerin binalarıyla her türlü müştemilatı valiliklerce uygun görülen mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarının hizmetine sunulacak.
Merkez nüfusu 10 bin ile 20 bin arasında olan yerleşim biriminde 1 Anadolu Lisesi, 20 bin ile 40 bin arasında olan yerleşim birimlerinde 2 Anadolu Lisesi, 40 bin üzerinde olan yerleşim birimlerinde öğrenci potansiyeli ve gelişmişlik düzeyi dikkate alınarak uygun sayıda Anadolu Lisesi olacak şekilde planlanacak, diğer genel lise binaları ile mesleki eğitim desteklenecektir.”
Çubukçu imzalı genelgeye valilikler 17 mayıs tarihine kadar illerindeki duruma ilişkin bilgilendirmede bulunacak.
(Haberturk)
Etiketler:
Anadolu Lisesi,
Düz liseler,
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu
8 Mayıs 2010 Cumartesi
7. Ulusal PDR kongresi
7. Ulusal PDR kongresi 16-17-18 Temmuzda Ondokuzmayos Uni de düzenleniyor.
Önemli Tarihler şu sekilde:
30 Haziran 2010
Bilgi için:
http://www.pdrogrencikongresi.omu.edu.tr/
Önemli Tarihler şu sekilde:
- *Erken Kayıt Başlangıcı
- *Erken Kayıt Sonu
- *Geç Kayıt Başlangıcı
- *Geç Kayıt Sonu
- *Bildiri Özetlerinin Kabulü için Son Gün
- *Bildiri Tam Metninin Gönderilmesi İçin Son Gün
23 bin 519 rehber öğretmen atayacak
Hatice Yılmaz'ın haberi
CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in soru önergesine verdiği cevapta, rehber öğretmen açığı olduğunu kaydeden Mili Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, bu dönemde 23 bin 519 rehber öğretmen atayacaklarını bildirdi.
SİİRT'TEKİ OLAY ETKİLİ OLDU
Bu dönemde çok sayıda rehber öğretmen atanacak olmasının temel sebepleri arasında, son aylarda ortaya çıkan olayların etkisinin bulunduğu belirtildi. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Siirt'te meydana gelen olayı ortaya çıkaran kişinin rehber öğretmen olduğunu belirtmiş ve “Özellikle rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenleri diye konuşmuştu. Bakanın bu yaklaşımı ve artan rehber öğretmen atamaları, rehber öğretmenler eliyle okullarda bu tür olayların önüne geçilmek istendiğini ortaya koydu.
CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in soru önergesine verdiği cevapta, rehber öğretmen açığı olduğunu kaydeden Mili Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, bu dönemde 23 bin 519 rehber öğretmen atayacaklarını bildirdi.
SİİRT'TEKİ OLAY ETKİLİ OLDU
Bu dönemde çok sayıda rehber öğretmen atanacak olmasının temel sebepleri arasında, son aylarda ortaya çıkan olayların etkisinin bulunduğu belirtildi. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Siirt'te meydana gelen olayı ortaya çıkaran kişinin rehber öğretmen olduğunu belirtmiş ve “Özellikle rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenleri diye konuşmuştu. Bakanın bu yaklaşımı ve artan rehber öğretmen atamaları, rehber öğretmenler eliyle okullarda bu tür olayların önüne geçilmek istendiğini ortaya koydu.
Etiketler:
Nimet Çubukçu,
rehber öğretmen,
SİİRT'TEKİ OLAY
kardeş kıskançlıkları
Çocuğunuz kardeşini kıskanıyor mu?
Kardeş kıskançlığı her çocukta ve aynı oranlarda görülmeyebilinir. Çocuklar arasındaki yaş farkı ne kadar yakın olursa, özellikle küçük yaş döneminde daha yoğun yaşanabilir. Anne - baba tutumları, cinsiyet, yaş faktörü ve aradaki yaş farkı sıkıntıların boyutunda etmen olur. Çocuk, kendisinin daha az sevildiğini ve ilgi gördüğünü düşünür. Eğer çocuklar arasındaki yaş farkı 2.5/3 yaştan az ise bu daha yoğun yaşanan bir duygu olur. Birbirine yakın dönemlerde olan çocukların ihtiyaçları da benzerlik taşır. Aynı ilgi ve enerjiyi göstermek, anne ve baba için zorlayıcı olabilir.
Bu kıskançlığı yaşayan çocuklar ne gibi endişeler taşırlar?
Kardeş kıskançlığı her çocukta ve aynı oranlarda görülmeyebilinir. Çocuklar arasındaki yaş farkı ne kadar yakın olursa, özellikle küçük yaş döneminde daha yoğun yaşanabilir. Anne - baba tutumları, cinsiyet, yaş faktörü ve aradaki yaş farkı sıkıntıların boyutunda etmen olur. Çocuk, kendisinin daha az sevildiğini ve ilgi gördüğünü düşünür. Eğer çocuklar arasındaki yaş farkı 2.5/3 yaştan az ise bu daha yoğun yaşanan bir duygu olur. Birbirine yakın dönemlerde olan çocukların ihtiyaçları da benzerlik taşır. Aynı ilgi ve enerjiyi göstermek, anne ve baba için zorlayıcı olabilir.
7 Mayıs 2010 Cuma
Anne-baba kavgasının çocuğa zararları nelerdir?
Anne-baba kavgasının çocuğa zararları nelerdir?
Türkiye Tabipler Vakfı Şifa Tıp Merkezi, çalışanları ile düzenlenen aile içi iletişim seminerinde biraraya geldi. Ailede eşler arasındaki kavga, sürtüşme ve iletişimsizliğin çocukların ruh yapısını bozduğunu dile getiren kişisel gelişim uzmanı Canten Kaya, ailelerin çocuk eğitimi konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini savundu.
Türkiye Tabipler Vakfı Şifa Tıp Merkezi tarafından düzenlenen seminer Tepekule Kongre merkezinde gerçekleştirildi. 'Mutlu Aile ve Başarılı Çocuk Yetiştirme' konulu seminerde konuşan kişisel gelişim uzmanı Eğitimci-Yazar Canten Kaya, mutlu yaşamın sırları,
Türkiye Tabipler Vakfı Şifa Tıp Merkezi, çalışanları ile düzenlenen aile içi iletişim seminerinde biraraya geldi. Ailede eşler arasındaki kavga, sürtüşme ve iletişimsizliğin çocukların ruh yapısını bozduğunu dile getiren kişisel gelişim uzmanı Canten Kaya, ailelerin çocuk eğitimi konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini savundu.
Türkiye Tabipler Vakfı Şifa Tıp Merkezi tarafından düzenlenen seminer Tepekule Kongre merkezinde gerçekleştirildi. 'Mutlu Aile ve Başarılı Çocuk Yetiştirme' konulu seminerde konuşan kişisel gelişim uzmanı Eğitimci-Yazar Canten Kaya, mutlu yaşamın sırları,
Etiketler:
anne-baba kavgası,
çocuk yetiştirme
6 Mayıs 2010 Perşembe
Sevinç ÖZARSLAN'ın röportajı
Araştırmalara göre çocukların en çok tacize uğradığı yaş aralığı 4-11. Bu dönemde onlara daha çok dikkat etmeniz gerekiyor.
Ama onları nasıl koruyacağınızı bilmiyorsanız kaçınılmaz sonucu çocuğunuz da yaşayabilir. Pedagog Adem Güneş, yeni çıkan 'Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi: Labirent' adlı kitabında, ebeveynlerin korkulu rüyası haline gelen bu soruna karşı ne gibi önlemler almaları gerektiğini anlatıyor. 'Anadolu pedagojisi' diye adlandırdığı 'mahremiyet eğitimi'ni ebeveynlerin mutlaka öğrenmelerini tavsiye ediyor.
Adalet Bakanlığı'nın, mahkeme kayıtlarına dayanarak hazırladığı rapora göre 1992-2007 yılları arasında ülkemizde 21 bin çocuk (tacize değil) tecavüze uğramış. Oysaki pedagog Adem Güneş, yaşanan her 10 tecavüz olayından sadece birinin mahkemeye intikal ettiğini söylüyor. Çocuklara yönelik cinsel suistimal, bir çocuğun hayatında yaşayacağı en büyük travmalardan biri. Akla karayı bilmediği bir dönemde güvendiği, sevdiği insanlardan zarar görmek onun duygu dünyasını altüst ediyor, ruhunda derin yaralar açıyor. Buna rağmen ne anne-babalar ne de gerekli kurumlar konunun vahametini kavramış değil.
Okulda verilen cinsel eğitimin ise Güneş'in araştırmalarına göre ciddi anlamda olumsuz sonuçları var. Güneş, "Cinsellik, çocuğun özel dünyasıdır. Bu dünyanın sınıf ortamı gibi kalabalıklarda genele açılması onun sınırlarını ayarlayamamasına neden olur.
Okullarda ve kalabalık bir grup içinde hangi çocuğun, hangi oranda cinsel bilgiyi sindirebileceği önceden kestirilemez. Örneğin istimna (mastürbasyon) hakkında hiçbir şey bilmeyen bazı çocukların, derste bu konuyu gördükten sonra merak edip başladığına dair yaşanmış örnekler var. Ayrıca böyle bir ortam çocuğun utanma duygusunu zedeler. Cinsel eğitimi verecek kişinin ruhu, çocuğun ruhuyla özdeşleşmiş bir ruh mu, yoksa negatif bir etki oluşturacak bir ruh mu? Bu da önemli bir sorun.
Babanın ruhu bile çocukta aksi tesir oluşturuyorsa siz okulda rastgele bir öğretmeni karşılarına çıkarıp bu eğitimi verdiremezsiniz. Örneğin erkek çocuklara mahremiyet eğitimi vermek için dayılar bu konuda en uygun isimlerden biri. Yine erkek çocuklarda abi de çocukta birtakım hayal kırıklıklarına neden oluyor. Çünkü çocuk abisinden bu tür bilgileri duymak istemiyor. Kaldı ki, böylesi konuları sınıf ortamı gibi genel açık bir yerde duymak çocuk ruhunu incitiyor.
Çok somut örneklendirir isek, geçenlerde bir kız çocuğu okulda aldığı cinsel eğitimden hemen sonra ablasına gelerek anne ve babasına karşı tiksinti hissettiğini söylemiş. Rica ederim olur mu şimdi böyle, ulu orta çocukları bir araya toplayıp onlara en mahrem konular hakkında bilgiler sunmak?" diyor.
Peki çözüm ne? Adem Güneş, 'Anadolu pedagojisi' olarak adlandırdığı ve ailede verilmesi gereken ama günümüzde unutulan, anne-babaların ihmal ettiği ya da önemsemediği 'mahremiyet eğitimi'ni öneriyor. Güneş, 'mahremiyet eğitimi' ile 'cinsel eğitim'in iki farklı kavram olduğunu söylüyor ve aralarındaki farka ebeveynlerin dikkat kesilmesini istiyor. Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir.
Halbuki mahremiyet eğitimi kişiye özeldir. Adem Güneş, uzun yıllardır Avrupa'da çocuklara yönelik şiddet ve suistimaller konusunda çalışan bir uzman. Henüz bir yıldır Türkiye'de yaşıyor. Gelir gelmez, karşılaştığı suistimal rakamları ve yetersiz uygulamalar karşısında üzüldüğünü anlatıyor. Anne ve babalara da bir uyarıda bulunuyor: "Mahremiyet eğitimi ya da Anadolu pedagojisini mutlaka öğrenin."
Cinsel suistimale karşı çocuklar nasıl eğitilmeli?
Adem Güneş'e göre, öncelikle çocuklara 'temel davranış refleksi' kazandırılması gerekiyor. Yani, çocuğa yönelik anormal davranışlar karşısında çocuğun ani bir refleks halinde kendisini koruması öğretilmeli. 4-7 yaş dönemi bu eğitim için çok önemli. Temel davranış refleksine, eskiler 'haya duygusu' adını veriyor. Peki bir çocuğa bu refleks nasıl kazandırılabilir?
Çocuğunuz üzerini çıkartırken ondan izin alın
Bunun mahremiyet eğitimindeki adı 'bedenim bana aittir' bilinci oluşturmak: Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamayan çocuk, çok rahatlıkla tacize uğruyor. Çünkü herkesin bedeni üzerinde bir şeyler yapabileceğini düşünüyor.
Bu nedenle çocuğun altı değiştirilirken, çocuğa saygısızca ve hırçınca davranarak ve hatta zorla yatırarak altını değiştirmemeli ya da çocuğun üzerini çıkartırken ondan izin almalı! 'İstersen atletini çıkartayım, çok terlemişsin kızım' şeklinde cümleler kurmayı ihmal etmeyin. Güneş, "Çocuk başlangıçta kendisinden neden izin alındığını anlayamaz. Ama ilerleyen zaman içinde, kendisinden izni alınmadan bedenine yapılacak müdahaleleri hisseder ve bundan rahatsız olur." diyor.
Severken bile onun rızasını gözetin
'İzin verirsem dokunabilirsin' bilinci: Çocuğunuzu severken bile 'seni öpebilir miyim?' diye müsaade isteyin ki, bu bilinç oluşsun. Çocuğa herkesin izinsiz dokunması; öpmesi, mıncıklaması vs. bedenini koruma refleksini kırıyor.
Dört yaşından itibaren genital bölgesine mümkün olduğunca dokunmayın
'Dokunulması yasak olan yerlerim' refleksi: Anne-babalar, banyo ya da alt temizliği nedeniyle çocuğun sıkça genital bölgesine dokunuyor
4 yaşından itibaren mümkün olduğu ölçüde bunu yapmamaya gayret edin. Eş-dost ve akrabaların da, çocukların genital bölgesine dokunarak ya da vurarak sevmesine de izin vermeyin.
Çocuğunuzu yaka-paça eve sokmaya çalışmayın
Fiziksel baskıya direnme refleksi: Çocuğunuza, fiziken sizden güçsüz olduğunu asla hissettirmeyin. Mesela yaka paça eve sokmayın, itip kakmayın, zor kullanmayın. Sevgi gösterileri sırasında ise oyun oynamak için sizden kaçan çocuğu köşeye sıkıştırmayın. Siz onu sevdiğinizi düşünebilirsiniz ama çocuk bu sırada kendisinden büyük birinden kaçamayacağını hafızasına yazıyor. Araştırmalara göre, cinsel suistimale uğrayan çocukların birçoğu çırpınmanın ve o anda kaçmanın çözüm olmadığını düşündüğü için kaçmayı denemiyor.
Evde çıplak dolaşmasına izin vermeyin
'Vücudum görünmemeli' hissi: Dört yaşından itibaren çocuğunuzu ev içinde çırılçıplak dolaştırmayın. Giysilerini kendisinin giyip çıkartmasına izin verin. Kendisini başkalarının yanında çıplak görmeye alışkın olmayan çocuk, elbisesinin birileri tarafından çıkartılmasından ciddi rahatsızlık duyar.
Çocuğunuzla birlikte banyo yapmayın
'Banyoda çıplak olunmaması' bilinci: Bazı anne babalar, bebeklikten itibaren çocuklarıyla birlikte yıkanır. Dört yaşından itibaren buna son verin. Ona banyo yaptırırken de üzerinde mutlaka alt çamaşırının olmasına dikkat edin. 7 yaşından itibaren ise mutlaka ve mutlaka çocuğunuzun genital bölgesini başkalarının; eş, dost, akraba görmemesine özen gösterin.
Çocuğunuz tuvalet ihtiyacını giderirken yanında durmayın
'Tuvalette benden başkası olmamalı' bilinci: Çocuğunuza dört yaşından itibaren tuvalet ihtiyacının yalnız başına giderilmesi gereken bir durum olduğunu öğretin. Yanında durmayın. Korktuğunu söylese bile onu ihtiyacını yalnız gidermesine alıştırın.
Başkalarının yanında üst-baş değişimi yapmayın
Soyunma ve giyinmede yalnızlık ilkesi: Temel davranış refleksinin kazandırılmasında çocuğun kıyafetlerini yalnız başına giyip çıkarması büyük önem taşıyor. Dört yaşındaki bir çocuk yalnız başına kıyafet giymekte zorlanabilir. Bu durumda anne ya da baba başka bir odada ona yardımcı olmalı. Asla salonda başkalarının yanında üst-baş değiştirilmemeli.
Onun özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin
'İzin verirsem kabul edilirsin' ilkesi: Anne-babalar, çoğu zaman çocuklarının bir birey olduğunu unutuyor ve farkında olmadan ona kendi tekelindeki bir mal muamelesi yapıyor.
Buna göre özellikle 7 yaşından sonra çocuğunuzun odasına izin almadan girmeyin. Mesela onu odasında üzerini giyerken gördüğünüzde, özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin ve özür dileyip kapısını kapatın. Çocuk, odasının kendisine özel olduğunu anlamalı ve izin vermeden kimsenin giremeyeceğini bilmeli.
Ama onları nasıl koruyacağınızı bilmiyorsanız kaçınılmaz sonucu çocuğunuz da yaşayabilir. Pedagog Adem Güneş, yeni çıkan 'Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi: Labirent' adlı kitabında, ebeveynlerin korkulu rüyası haline gelen bu soruna karşı ne gibi önlemler almaları gerektiğini anlatıyor. 'Anadolu pedagojisi' diye adlandırdığı 'mahremiyet eğitimi'ni ebeveynlerin mutlaka öğrenmelerini tavsiye ediyor.
Adalet Bakanlığı'nın, mahkeme kayıtlarına dayanarak hazırladığı rapora göre 1992-2007 yılları arasında ülkemizde 21 bin çocuk (tacize değil) tecavüze uğramış. Oysaki pedagog Adem Güneş, yaşanan her 10 tecavüz olayından sadece birinin mahkemeye intikal ettiğini söylüyor. Çocuklara yönelik cinsel suistimal, bir çocuğun hayatında yaşayacağı en büyük travmalardan biri. Akla karayı bilmediği bir dönemde güvendiği, sevdiği insanlardan zarar görmek onun duygu dünyasını altüst ediyor, ruhunda derin yaralar açıyor. Buna rağmen ne anne-babalar ne de gerekli kurumlar konunun vahametini kavramış değil.
Okulda verilen cinsel eğitimin ise Güneş'in araştırmalarına göre ciddi anlamda olumsuz sonuçları var. Güneş, "Cinsellik, çocuğun özel dünyasıdır. Bu dünyanın sınıf ortamı gibi kalabalıklarda genele açılması onun sınırlarını ayarlayamamasına neden olur.
Okullarda ve kalabalık bir grup içinde hangi çocuğun, hangi oranda cinsel bilgiyi sindirebileceği önceden kestirilemez. Örneğin istimna (mastürbasyon) hakkında hiçbir şey bilmeyen bazı çocukların, derste bu konuyu gördükten sonra merak edip başladığına dair yaşanmış örnekler var. Ayrıca böyle bir ortam çocuğun utanma duygusunu zedeler. Cinsel eğitimi verecek kişinin ruhu, çocuğun ruhuyla özdeşleşmiş bir ruh mu, yoksa negatif bir etki oluşturacak bir ruh mu? Bu da önemli bir sorun.
Babanın ruhu bile çocukta aksi tesir oluşturuyorsa siz okulda rastgele bir öğretmeni karşılarına çıkarıp bu eğitimi verdiremezsiniz. Örneğin erkek çocuklara mahremiyet eğitimi vermek için dayılar bu konuda en uygun isimlerden biri. Yine erkek çocuklarda abi de çocukta birtakım hayal kırıklıklarına neden oluyor. Çünkü çocuk abisinden bu tür bilgileri duymak istemiyor. Kaldı ki, böylesi konuları sınıf ortamı gibi genel açık bir yerde duymak çocuk ruhunu incitiyor.
Çok somut örneklendirir isek, geçenlerde bir kız çocuğu okulda aldığı cinsel eğitimden hemen sonra ablasına gelerek anne ve babasına karşı tiksinti hissettiğini söylemiş. Rica ederim olur mu şimdi böyle, ulu orta çocukları bir araya toplayıp onlara en mahrem konular hakkında bilgiler sunmak?" diyor.
Peki çözüm ne? Adem Güneş, 'Anadolu pedagojisi' olarak adlandırdığı ve ailede verilmesi gereken ama günümüzde unutulan, anne-babaların ihmal ettiği ya da önemsemediği 'mahremiyet eğitimi'ni öneriyor. Güneş, 'mahremiyet eğitimi' ile 'cinsel eğitim'in iki farklı kavram olduğunu söylüyor ve aralarındaki farka ebeveynlerin dikkat kesilmesini istiyor. Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir.
Halbuki mahremiyet eğitimi kişiye özeldir. Adem Güneş, uzun yıllardır Avrupa'da çocuklara yönelik şiddet ve suistimaller konusunda çalışan bir uzman. Henüz bir yıldır Türkiye'de yaşıyor. Gelir gelmez, karşılaştığı suistimal rakamları ve yetersiz uygulamalar karşısında üzüldüğünü anlatıyor. Anne ve babalara da bir uyarıda bulunuyor: "Mahremiyet eğitimi ya da Anadolu pedagojisini mutlaka öğrenin."
Cinsel suistimale karşı çocuklar nasıl eğitilmeli?
Adem Güneş'e göre, öncelikle çocuklara 'temel davranış refleksi' kazandırılması gerekiyor. Yani, çocuğa yönelik anormal davranışlar karşısında çocuğun ani bir refleks halinde kendisini koruması öğretilmeli. 4-7 yaş dönemi bu eğitim için çok önemli. Temel davranış refleksine, eskiler 'haya duygusu' adını veriyor. Peki bir çocuğa bu refleks nasıl kazandırılabilir?
Çocuğunuz üzerini çıkartırken ondan izin alın
Bunun mahremiyet eğitimindeki adı 'bedenim bana aittir' bilinci oluşturmak: Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamayan çocuk, çok rahatlıkla tacize uğruyor. Çünkü herkesin bedeni üzerinde bir şeyler yapabileceğini düşünüyor.
Bu nedenle çocuğun altı değiştirilirken, çocuğa saygısızca ve hırçınca davranarak ve hatta zorla yatırarak altını değiştirmemeli ya da çocuğun üzerini çıkartırken ondan izin almalı! 'İstersen atletini çıkartayım, çok terlemişsin kızım' şeklinde cümleler kurmayı ihmal etmeyin. Güneş, "Çocuk başlangıçta kendisinden neden izin alındığını anlayamaz. Ama ilerleyen zaman içinde, kendisinden izni alınmadan bedenine yapılacak müdahaleleri hisseder ve bundan rahatsız olur." diyor.
Severken bile onun rızasını gözetin
'İzin verirsem dokunabilirsin' bilinci: Çocuğunuzu severken bile 'seni öpebilir miyim?' diye müsaade isteyin ki, bu bilinç oluşsun. Çocuğa herkesin izinsiz dokunması; öpmesi, mıncıklaması vs. bedenini koruma refleksini kırıyor.
Dört yaşından itibaren genital bölgesine mümkün olduğunca dokunmayın
'Dokunulması yasak olan yerlerim' refleksi: Anne-babalar, banyo ya da alt temizliği nedeniyle çocuğun sıkça genital bölgesine dokunuyor
4 yaşından itibaren mümkün olduğu ölçüde bunu yapmamaya gayret edin. Eş-dost ve akrabaların da, çocukların genital bölgesine dokunarak ya da vurarak sevmesine de izin vermeyin.
Çocuğunuzu yaka-paça eve sokmaya çalışmayın
Fiziksel baskıya direnme refleksi: Çocuğunuza, fiziken sizden güçsüz olduğunu asla hissettirmeyin. Mesela yaka paça eve sokmayın, itip kakmayın, zor kullanmayın. Sevgi gösterileri sırasında ise oyun oynamak için sizden kaçan çocuğu köşeye sıkıştırmayın. Siz onu sevdiğinizi düşünebilirsiniz ama çocuk bu sırada kendisinden büyük birinden kaçamayacağını hafızasına yazıyor. Araştırmalara göre, cinsel suistimale uğrayan çocukların birçoğu çırpınmanın ve o anda kaçmanın çözüm olmadığını düşündüğü için kaçmayı denemiyor.
Evde çıplak dolaşmasına izin vermeyin
'Vücudum görünmemeli' hissi: Dört yaşından itibaren çocuğunuzu ev içinde çırılçıplak dolaştırmayın. Giysilerini kendisinin giyip çıkartmasına izin verin. Kendisini başkalarının yanında çıplak görmeye alışkın olmayan çocuk, elbisesinin birileri tarafından çıkartılmasından ciddi rahatsızlık duyar.
Çocuğunuzla birlikte banyo yapmayın
'Banyoda çıplak olunmaması' bilinci: Bazı anne babalar, bebeklikten itibaren çocuklarıyla birlikte yıkanır. Dört yaşından itibaren buna son verin. Ona banyo yaptırırken de üzerinde mutlaka alt çamaşırının olmasına dikkat edin. 7 yaşından itibaren ise mutlaka ve mutlaka çocuğunuzun genital bölgesini başkalarının; eş, dost, akraba görmemesine özen gösterin.
Çocuğunuz tuvalet ihtiyacını giderirken yanında durmayın
'Tuvalette benden başkası olmamalı' bilinci: Çocuğunuza dört yaşından itibaren tuvalet ihtiyacının yalnız başına giderilmesi gereken bir durum olduğunu öğretin. Yanında durmayın. Korktuğunu söylese bile onu ihtiyacını yalnız gidermesine alıştırın.
Başkalarının yanında üst-baş değişimi yapmayın
Soyunma ve giyinmede yalnızlık ilkesi: Temel davranış refleksinin kazandırılmasında çocuğun kıyafetlerini yalnız başına giyip çıkarması büyük önem taşıyor. Dört yaşındaki bir çocuk yalnız başına kıyafet giymekte zorlanabilir. Bu durumda anne ya da baba başka bir odada ona yardımcı olmalı. Asla salonda başkalarının yanında üst-baş değiştirilmemeli.
Onun özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin
'İzin verirsem kabul edilirsin' ilkesi: Anne-babalar, çoğu zaman çocuklarının bir birey olduğunu unutuyor ve farkında olmadan ona kendi tekelindeki bir mal muamelesi yapıyor.
Buna göre özellikle 7 yaşından sonra çocuğunuzun odasına izin almadan girmeyin. Mesela onu odasında üzerini giyerken gördüğünüzde, özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin ve özür dileyip kapısını kapatın. Çocuk, odasının kendisine özel olduğunu anlamalı ve izin vermeden kimsenin giremeyeceğini bilmeli.
5 Mayıs 2010 Çarşamba
Otizmli Çocukların Eğitiminde Etkinlik Çizelgelerinin Kullanımı / Bağımsızlık, Seçim ve Sosyal Etkileşim
Etkinlik çizelgeleri, diğer adıyla devrim yaratan öğretim araçları, otizmli çocukların yetişkin yardımı olmadan etkinlikleri yapabilmelerini sağlar.
Lynn E. McClannahan, Patricia J. Krantz; Çeviren: Binyamin Birkan
Sistem Yayıncılık;
İstanbul, 2010, 14 x 20 cm., 176 sayfa, Türkçe, Karton kapak
Etkinlik çizelgeleri, diğer adıyla devrim yaratan öğretim araçları, otizmli çocukların yetişkin yardımı olmadan etkinlikleri yapabilmelerini sağlar.
Üstün DÖKMEN ile kişisel gelişim üzerine bir röportaj
KİŞİSEL GELİŞİM GEREKLİ OLABİLİR,
AMA BU İYİ Mİ KÖTÜ MÜ,
İŞTE BU TARTIŞILIR
Kişisel Başarı: Sizce kişisel gelişim nedir? Nasıl tanımlarsınız?
Prof. Dr. Üstün Dökmen: Batı dünyasında kişisel gelişim; bireyin bireyselliğinin vurgulanması, yeteneklerinin farkına varması ve bu yetenekleri dış dünyayla bağdaştırarak dış dünyaya uygun bir şekilde geliştirmek olarak tanımlanıyor. Bu çok iyi mi? Tartışılır... Genelde kişisel gelişimin iyi olduğu söylenir. Evet, ben de kişisel
AMA BU İYİ Mİ KÖTÜ MÜ,
İŞTE BU TARTIŞILIR
Kişisel Başarı: Sizce kişisel gelişim nedir? Nasıl tanımlarsınız?
Prof. Dr. Üstün Dökmen: Batı dünyasında kişisel gelişim; bireyin bireyselliğinin vurgulanması, yeteneklerinin farkına varması ve bu yetenekleri dış dünyayla bağdaştırarak dış dünyaya uygun bir şekilde geliştirmek olarak tanımlanıyor. Bu çok iyi mi? Tartışılır... Genelde kişisel gelişimin iyi olduğu söylenir. Evet, ben de kişisel
4 Mayıs 2010 Salı
Egenlik Dönemi Sorunları
Son günlerde yaşanan aile dramları herkesi yaraladı. Çocukluk döneminde başlayan ama ergenlik döneminde belirginleşen ailelerin kimi yanlış tutum ve davranışları beklenmeyen sonuçlara sebep olabilmektedir.
Ebeveynler ve elbette öğretmenler bu konularda daha duyarlı olmak durumundalar. Ergenlerle doğru iletişim kurmanın yolu elbette iyi bir gözlem ve onları anlama çabasıdır. Ergenlikte çözülemeyen yanlışların kişiye mutlaka önemli bir maliyeti olduğu unutulmamalıdır. Buradan hareketle yıllardır Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nde ergenlerle çalışan Uzman Psikolog Orhan Gümüşel ile Haber 7 için bir söyleşi gerçekleştirmişti. Yararlanacağınızı umuyoruz:))
> Ergenlik nedir? Kavram olarak anlatır mısınız?
> Fransız psikiyatr Dolto, ergenliği ikinci doğum olarak tanımlar. Doğum, fetus halinden bebekliğe geçişi, ergenlik de çocukluktan yetişkinliğe geçişi ifade eder. Dolto, ergenlerin tıpkı yaşamın başındaki bebekler gibi kırılgan ve dayanıksız olduklarını belirtir.
Hamack’e ( Akt: Adams, 1995 ) göre ergenlik, erinlikle başlayan, zihinsel bir durum, bir tutum, bir yaşam tarzıdır ve birey, ana-baba denetiminden bağımsızlığını kazandığında sona ermektedir.
Bedensel, ruhsal ve toplumsal gelişme ve değişme süreçlerinin yaşandığı gençlik çağını kapsayan yaş dilimleri ülkeden ülkeye, yayından yayına farklıdır. UNESCO gençlik çağı olarak 12-24 yaş
Ebeveynler ve elbette öğretmenler bu konularda daha duyarlı olmak durumundalar. Ergenlerle doğru iletişim kurmanın yolu elbette iyi bir gözlem ve onları anlama çabasıdır. Ergenlikte çözülemeyen yanlışların kişiye mutlaka önemli bir maliyeti olduğu unutulmamalıdır. Buradan hareketle yıllardır Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nde ergenlerle çalışan Uzman Psikolog Orhan Gümüşel ile Haber 7 için bir söyleşi gerçekleştirmişti. Yararlanacağınızı umuyoruz:))
> Ergenlik nedir? Kavram olarak anlatır mısınız?
> Fransız psikiyatr Dolto, ergenliği ikinci doğum olarak tanımlar. Doğum, fetus halinden bebekliğe geçişi, ergenlik de çocukluktan yetişkinliğe geçişi ifade eder. Dolto, ergenlerin tıpkı yaşamın başındaki bebekler gibi kırılgan ve dayanıksız olduklarını belirtir.
Hamack’e ( Akt: Adams, 1995 ) göre ergenlik, erinlikle başlayan, zihinsel bir durum, bir tutum, bir yaşam tarzıdır ve birey, ana-baba denetiminden bağımsızlığını kazandığında sona ermektedir.
Bedensel, ruhsal ve toplumsal gelişme ve değişme süreçlerinin yaşandığı gençlik çağını kapsayan yaş dilimleri ülkeden ülkeye, yayından yayına farklıdır. UNESCO gençlik çağı olarak 12-24 yaş
3 Mayıs 2010 Pazartesi
Fransa transseksüelliği psikolojik hastalık listesinden çıkardı
Mayıs ayında transseksüelliğin 'ruh hastalıkları' listesinden çıkartılacağını söyleyen Fransa Sağlık Bakanı Roselyne Bachelot, geçen hafta kararnameyi imzaladı. Hemen ardından İran da aynı kararı alabileceği mesajını verdi. Tüm gözler Dünya Sağlık Örgütü'ne çevrilmişken, IDAHO Derneği Başkanı Jo‘l Bedos ve Türkiye'deki transseksüellerle konuştuk.
Bir kişinin kendini karşı cinse ait hissetmesi, karşı cinse benzeme isteği duyması, hala toplum olarak kabullenemediğimiz bir durum öyle değil mi? 'Transseksüellerin cinsel kimliğini benimsiyorum' demeyi bırakın, ahlak anlayışımız yüzünden onları utançla anıyoruz. Transfobimize yenik düşüyor, tüm kapıları yüzlerine kapıyoruz. Hem seks işçiliği yapmalarına
Bir kişinin kendini karşı cinse ait hissetmesi, karşı cinse benzeme isteği duyması, hala toplum olarak kabullenemediğimiz bir durum öyle değil mi? 'Transseksüellerin cinsel kimliğini benimsiyorum' demeyi bırakın, ahlak anlayışımız yüzünden onları utançla anıyoruz. Transfobimize yenik düşüyor, tüm kapıları yüzlerine kapıyoruz. Hem seks işçiliği yapmalarına
Dünyada En Çok Psikolojik Hastalıklar için Para Harcanıyor
Prof. Dr. Çengel: Dünyada En Çok Psikolojik Hastalıklar için Para Harcanıyor.
ABD Nevada Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yunus Çengel, İnsanların En Çok Para Psikolojik Rahatsızlıkları İçin Para Harcadığını Belirtti.
ABD Nevada Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yunus Çengel, insanların en çok para psikolojik rahatsızlıkları için para harcadığını belirtti.
Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı (TÜTEV) İzmir Şubesi, "Değişik
ABD Nevada Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yunus Çengel, İnsanların En Çok Para Psikolojik Rahatsızlıkları İçin Para Harcadığını Belirtti.
ABD Nevada Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yunus Çengel, insanların en çok para psikolojik rahatsızlıkları için para harcadığını belirtti.
Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı (TÜTEV) İzmir Şubesi, "Değişik
2 Mayıs 2010 Pazar
HİPERAKTİVİTE-DİKKAT EKSİKLİĞİ
Hiperaktivite-Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite son zamanlarda önemli bir konu haline gelmiştir. Ve bu konuda servislere başvuran aile sayısında artış görülmüştür. Bu hastalığın kliniğe yansıyan üç yönü vardır.
-Dikkât eksikliği
-Hiperaktivite (Aşırı hareketlilik)
-İmpulsivite
Hiperaktivite son zamanlarda önemli bir konu haline gelmiştir. Ve bu konuda servislere başvuran aile sayısında artış görülmüştür. Bu hastalığın kliniğe yansıyan üç yönü vardır.
-Dikkât eksikliği
-Hiperaktivite (Aşırı hareketlilik)
-İmpulsivite
Eğitimde beden dilinin önemi nedir?
Eğitimde beden dilinin önemi, iletişimde beden dilinin önemi kadardır. İletişimlerimizde, söylediğimiz şeyler kadar söylemediğimiz şeyler de çok önemlidir. Hatta belki de biraz daha fazla önemlidir. Konuşurken duygu ve düşüncelerimizden farklı konuşabiliriz, ancak konuşmadığımız (sustuğumuz) zamanlarda beden dilimiz konuşmaya devam eder. Gözlerimiz, beden duruşumuz, mimik
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Çizgi Roman Dünyasına Psikolojik Bir Bakış
Psikoloji, insan davranışlarının her alanına nüfus eder, ama sıradan ve günlük eylemler söz konusu olduğunda göz ardı edilir. Edebiyat dünyasında bir türlü üvey evlat muamelesi görmekten kurtulamamış zavallı çizgi romanlar, genellikle çocukça bir eğlence olarak görüldüğü için dışlanır. Halbuki günümüzde çizgi roman dünyası, milyarlarca dolarlık bir endüstridir.
EĞİTİMDE REHBERLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ
"Bir mermer parçasheykeltraş neyse, ruh içinde eğitim odur." (Adison)
İnsan, doğumdan ölümüne kadar, fiziksel ve toplumsal çevresi ile etkileşim halindedir ve bu etkileşim süreci boyunca her an çevrenin istek ve beklentilerine uygun davranışlar geliştirir. Bireyde meydana gelen davranış değişikliklerinin bir kısmı rastlantılarla ve kendiliğinden gerçekleşir. Bir kısmı ise, yetişkinler tarafından planlı ve kasıtlı olarak gerçekleştirilir.
İnsan, doğumdan ölümüne kadar, fiziksel ve toplumsal çevresi ile etkileşim halindedir ve bu etkileşim süreci boyunca her an çevrenin istek ve beklentilerine uygun davranışlar geliştirir. Bireyde meydana gelen davranış değişikliklerinin bir kısmı rastlantılarla ve kendiliğinden gerçekleşir. Bir kısmı ise, yetişkinler tarafından planlı ve kasıtlı olarak gerçekleştirilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)